3 Aralık 2007 Pazartesi

HZ. PEYGAMBERİN FAKİR ve KİMSESİZLERE MERHAMETİ

Resûlullah kadar merhametli, onun kadar şefkatli ve ince ruhlu bir insan yeryüzüne gelmemişti. Zira o, rahmet olarak gönderilmişti. Hz. Peygamber (s.a.v) hep fakir ve kimsesizlerle birlikte bulunmayı tercih ederdi. Bir yerde, toplumun farklı kesimlerinin toplanmış olduklarını görünce, önce fakirlerin yanına gider, onlarla birlikte oturur, gönüllerini alırdı. Fakir ve kimsesizleri devamlı korur, onları himaye ederdi. Bununla da kalmaz; fakirlere, fakirliğin bütün ezikliğini ve zilletini unutturacak şekilde yakınlık gösterirdi. Zaten Resûl-i Ekrem'in yaşayışı ve aile hayatı onlardan farklı değildi. Zira o, hep sade yaşamayı tercih ederdi. O, hep şöyle dua ederdi;
"Allahım, beni fakir olarak yaşat, fakir olarak ruhumu kabzet, kıyamet günü de fakirler grubuyla birlikte haşret."239
Hz. Âişe (r.ah), "Ey Allah'ın Resulü, niçin böyle dua ediyorsunuz?" diye sorunca Hz. Peygamber
(s.a.v) şöyle buyurdu:
"Çünkü onlar cennete, zenginlerden kırk yıl önce girecekler. Ey Âişel Fakirleri sev ve onları kendine yaklaştır. Böyle yap ki kıyamet günü Allah da seni kendisine yaklaştırsın."240
Allah Resulü (s.a.v), toplum içinde belli bir yeri bulunmayan çaresiz ve zayıfların halini sorar ve
ihtiyaçlarını karşılardı.
Mescid-i Nebevî'yi temizleyen fakir zenci bir kadın vardı. Bir gün Allah Resulü (s.a.v) onu göremeyince nerede olduğunu sordu. Öldüğünü söylediler. Onun ölümüne kimse önem vermemişti. Allah Resulü (s.a.v), "Bana haber vermeniz gerekmez miydi?" dedi ve mezarına gitti, iki rek'at namaz kıldı. Sonra şöyle dua etti:
"Allahım, bu mezarın içini nurla doldur, benim kıldığım namaz sebebiyle nurlandır." (Buhârî, Cenâiz, 66; Müslim Cenâiz, 23)


HZ. PEYGAMBER'İN ÇOCUKLARA MERHAMETİ

Hz. Peygamber (s.a.v), bütün insanlara özellikle çocuklara karşı çok şefkat ve merhametliydi. Onun çocuklara olan şefkati ve sevgisi bambaşkaydı. Resûlullah (s.a.v) kendi çocuklarına, diğer müslüman çocuklarına ve hatta müşrik çocuklarına karşı çok şefkatli davranmıştır. Gördüğü, rastladığı bütün çocukları sever, kucağına alır, okşar, öper, onlarla şakalaşırdı. Gördüğü ve karşılaştığı her çocuğa selâm verir, halini hatırını sorardı. 241 Binekli bulunduğu zaman çocukları atın terkisine alır, gidecekleri yere kadar götürürdü. 242 Çocuklarla arkadaşça konuşur, onların
yanında çocuklaşır, anlayış seviyelerine göre sohbet eder, öğütler verirdi. 243
Hz. Peygamber (s.a.v), her baba gibi çocukları dünyaya gelince sevinmiş, vefatlarında ise
üzülmüştür. Oğlu İbrahim'in doğum haberini kendisine getiren Ebû Râfi'e hediye vermiş; 244
İbrahim'in annesi Mâriye'yi de azat etmiştir.245 İbrahim'in bakımı ve yetiştirilmesiyle ilgilenmiş, sütannesine bir hurmalık tahsis etmiştir. 246 Sık sık sütannesinin bulunduğu yere onu görmek için gitmiştir. 247 İbrahim, on altı veya on sekiz aylık iken vefat etmişti. Onun vefatı üzerine gözlerinden yaş dökülmüştür. Bunun üzerine, "Sen de mi ağlıyorsun, ey Allah'ın Resulü?" diyen Abdurrahman b. Avf'a, bunun şefkatten kaynaklandığını, üzüntülü olduğunu, ancak bağıra çağıra ve feryat ederek ağlamayı yasakladığını söylemiştir. 248
Bir savaş esnasında birkaç çocuk, çarpışan iki taraf arasında kalmış ve ölmüşlerdi. Hz.
Peygamber (s.a.v) bundan haberdar olunca büyük üzüntü duymuştu. Ashab, Resûl-i Ekrem'in
üzüldüğünü görünce,
"Ey Allah'ın Resulü, neden bu kadar üzülüyorsunuz? Bunlar nihayetinde müşrik çocukları değiller mi?" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v), "Bu çocuklar, müşrik çocukları da olsalar insandır. Bugün sizin en hayırlı olanlarınız vaktiyle müşrik çocukları değil miydi? Dikkat ediniz, kesinlikle çocuk öldürmeyiniz. Her can Allah'ın fıtratına göre yaratılmıştır" 249 buyurdu.
Bir gün, torunlarını öpüp okşarken bir bedevî huzuruna gelmişti. Evlât şefkatinden mahrum olan
bu kişi, gördüğü manzaraya duyduğu hayretini gizleyemedi ve, "Benim on çocuğum var,
bunlardan hiçbirini öpmüş değilim" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v),
"Şayet senin kalbinden Cenâb-ı Hak merhameti söküp atmışsa ben ne yapabilirim?"
buyurdu ve ilâve etti:
"Merhamet etmeyene merhamet edilmez."250
Hz. Âişe (r.a), anlatmıştır: "Bazı bedeviler, Hz. Peygamber'e geldiler ve, 'Siz çocuklarınızı öpüyor
musunuz?' dediler. Resûlullah'ın (s.a.v), 'Evet' demesi üzerine bedevîler,
"Vallahi biz çocuklarımızı öpmüyoruz" dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), "Allah, sizden merhameti söküp aldıysa ben ne yapayım?"251 demiştir.
Üsâme b. Zeyd anlatıyor: Peygamberimiz'e kızının ölüm halinde bulunan oğlunu getirdiler.
Peygamberimizin gözleri yaşardı. Bunun üzerine Sa'd b. Ubâde, "Ey Allah'ın Resulü, bu nedir?"
dedi. Peygamberimiz, "Bu rahmettir. Allah onu sevdiği kullarının kalbine koymuştur. Allah ancak yumuşak kalpli kullarına merhamet eder" 252 buyurdu ve üzülmenin, ağlamanın tabii olduğunu söyledi.
Allah Resulü (s.a.v), bu konuda da bize en güzel örnekleri sunmuştur. Enes'in (r.a) anlattığına göre Hz. Peygamber (s.a.v), "Ben, uzun tutmak arzusuyla namaza başlarım. (Namazı kıldırırken) bir çocuk ağlaması kulağıma gelir, çocuğun ağlamasından annesinin duyacağı
elemi bildiğim için namazı uzatmaktan vazgeçerim"253 buyurmuştur.
Görüldüğü gibi Peygamberimiz bazan namazı uzun kılmak ister, fakat duyduğu çocuk sesi
sebebiyle, annesi cemaatte olabilir, diye kısa kesmiştir.


HZ. PEYGAMBER'İN KENDİ ÇOCUKLARINA SEVGİSİ

Hz. Enes, Resûlullah'ı (a.s) ailesine karşı insanların en şefkatlisi olarak tanıtır ve der ki: "Ailesine karşı Hz. Peygamber'den (s.a.v) daha şefkatli hiç kimseyi görmedim. Oğlu ibrahim'in Medine'nin bir kenarında oturan sütannesi vardı. Sütannenin kocası bir demirciydi. Beraberinde biz de olduğumuz halde Resûlullah (s.a.v) oraya çocuğu sık sık görmeye giderdi. Varınca demircinin dumanlandırılmış evine girer, çocuğu kucaklar öper, koklar, bir müddet sonra dönerdi."254
Hz. Peygamber (s.a.v), kızı Fâtıma'yı çok severdi. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar,
dönüşünde ise önce onun yanına giderdi.255 Hz. Fâtıma babasını ziyarete geldiğinde ise
Resûlullah sevgili kızını karşılamak için ayağa kalkar, alnından öper ve yanına oturturdu.256
Resûl-i Ekrem (s.a.v) torunlarını da çok severdi. Onları kucağına alır, omuzuna çıkarır, okşar,
sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirdi.
Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) minberde hutbe okurken Hasan ve Hüseyin'in düşe kalka mescide girdiklerini görür. Konuşmasını yarıda keserek aşağı iner, onları tutar, bağrına basar.
Hak Teâlâ, "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir"257 buyururken ne kadar doğru söylemiştir. Onları görünce dayanamadım, dedikten sonra konuşmasına devam etti.258

Ebû Hüreyre anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz bir gün bir omuzunda Hasan, diğer omuzunda Hüseyin olduğu halde geldi. Yanımıza gelinceye kadar bir onu öpüyor, bir de diğerini öpüyordu." "Yâ Resûlallah, anlaşılan onları çok seviyorsunuz" dedik.
"Evet, severim. Kim onları severse beni sevmiş, kim onlara kin tutmuşsa bana kin tutmuş olur"
buyurdular.259
Hz. Peygamber (s.a.v) bir yere davet edilmişti. Yolda Hz. Hüseyin'i gördü. Hüseyin kollarını açıp
koşarak dedesine geleceği anda birdenbire yön değiştirip bir tarafa kaçtı. Bu hareketi birkaç defa tekrarladı. Resûlullah da peşinden koşuyordu. Sonunda yakaladı, bağrına bastı:
"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim" buyurdu.260
Bu hususta bir başka sahâbî de şöyle anlatıyor:
"Hz. Hasan ve Hüseyin sırtında olduğu halde Peygamber Efendimiz camiye geldi. Öne geçti, çocuğu sağ yanına bıraktı. Namaza durdu. Peygamberimiz secdeye vardı. Secdeyi o kadar uzattı ki cemaat arasından başımı kaldırdım, baktım. Bir de ne göreyim? Peygamberimiz secdede, çocuk sırtına çıkmış duruyor. Tekrar döndüm, başımı secdeye koydum. Namaz bitince halk sordu:
"Yâ Resûlallah, bu namazda öyle uzun bir secde yaptınız ki şimdiye kadar sizden böyle bir şey
görmedik. Bu şekilde hareket etmeniz mi emredildi, yoksa bir vahiy mi aldınız?"
"Hayır, bunların hiçbiri olmadı. Ancak oğlum sırtıma çıkmıştı, kendiliğinden ininceye kadar acele
ettirmeyi uygun görmedim."261


HZ. PEYGAMBERİN YETİMLERE MERHAMETİ

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.v) yetim büyüdüğü için, bunun ne kadar acı ve zor olduğunu biliyordu. Bu nedenle yetimlere apayrı bir merhamet ve şefkati vardı. Resûlullah (s.a.v) yetimlere olan merhametinden dolayı, onlara ayrı bir ilgi gösterir, onları yalnız bırakmaz, ihtiyaçlarını karşılar, devamlı olarak onları korur, haksızlığa uğradıkları zaman haklarını arardı.
Ebû Cehil, bir yetimin vasîsiydi. Çocuğun bütün malı yanındaydı, fakat ona hiçbir şey vermiyordu. Bir gün çocuk aç ve çıplak olarak geldi, malından bir şey istedi. Ebû Cehil, azarlayarak yanından kovdu. Sonra da Kureyş'in ileri gelenleri çocukla alay ederek, "Muhammed'e git de sana yardımcı olsun" dediler.
Onların bu kötü niyetini anlamayan saf ve masum çocuk doğruca Hz. Peygamber'e gitti. Halini arzetti. Resûlullah çocuğu yanına alarak Ebû Cehil'in bulunduğu yere geldi. Yetimin hakkını vermesini söyledi. Resûl-i Ekrem'i karşısında gören Ebû Cehil hiç itiraz etmeden yetimin malını iade etti.
Ebû Cehil'in bu uysallığını gören müşrikler, "Sen de sapıttın, Muhammed gibi çocuklaştın"
diye onu küçümsediler.
Ebû Cehil tuhaf bir haldeydi. Onlara şöyle dedi: "Hayır, siz de benim yerimde olsaydınız, aynı şeyi yapardınız. Çünkü onun sağında ve solunda birer mızrak gördüm. Vermeyecek olsam bana
saplanacaktı."262
Hz. Peygamber (s.a.v) bir bayram namazından sonra mescidden çıktığında, çocukların neşe ve
sevinç içinde oynadıklarını gördü. Bir duvarın dibinde de perişan kıyafetli ve üzüntülü bir çocuk ağlayıp duruyordu. Doğruca onun yanına vardı.
"Yavrum, neyin var, neden böyle üzgün duruyorsun? Arkadaşlarınla birlikte niçin oynamıyorsun?"
Çocuk bir yetimdi. Babası Uhud Savaşı'nda şehid olmuştu. Annesi de başka biriyle evlenince çocuk sahipsiz kalmıştı. Allah Resulü çocuğun elinden tuttu. Başını okşadı, gönlünü aldı. Sevindirici bir haber verdi:
"Neden ağlıyorsun? Ben baban, Âişe annen, Fâtıma kardeşin olsun, istemez misin?"
Çocuk sevincinden uçacak gibiydi.
Heyecanla, "Nasıl razı olmam, yâ Resûlallah?" diyebildi. Allah Resulü (s.a.v) ismini sordu: "Büceyr" dedi. "Hayır, senin ismin Beşir olsun" buyurdu. Hz. Peygamber çocuğu aldı, evine götürdü. Yedirip içirdi, üstünü başını giydirdi. Çocuk sevinerek oynayan çocukların arasına
karışmak üzere sokağa çıktı. Neden sevinmeyecekti? Babasının yerine geçen insan, bütün babaların en hayırlısıydı.
"Açtım, doydum; çıplaktım, giyindim; yetimdim, Resûlullah babam, Âişe annem, Fâtıma kardeşim oldu."
Bunun üzerine diğer çocuklar Beşir'e gıpta ederek şöyle dediler:
"Ne olaydı, keşke bizim de babalarımız Uhud'da şehid olaydı da biz de öyle bahtiyar bir babaya
kavuşmuş olaydık." 263
Hz. Peygamber'in evinden yetim eksik olmazdı. O şöyle buyururdu:
"Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir."264
Allah Resulü (s.a.v), Hz. Hatice ile evlendiğinde, Hatice annemizin ölen kocasından Hind isminde bir erkek çocuğu vardı. Hz. Peygamber ona kendi öz çocuğu gibi bakmış ve yetiştirmişti.265
Yine Resûlullah (s.a.v) Ümmü Seleme ile evlendiğinde, beraberinde dört yetimi vardı. Hz.
Peygamber ona, beraberinde yetim çocukların bulunmasının evlenmesine bir engel olmayacağını
söyledi ve öylece kabul etti. 266


HZ. PEYGAMBERİN HİZMETÇİLERE MERHAMETİ

Hz. Peygamber, evinde bulunan hizmetçi ve işçilere son derece şefkat ve merhametle muamele eder, hiçbir zaman onları incitecek söz ve davranışta bulunmazlardı. Enes b. Mâlik (r.a) bu konuda şöyle der:
"Allah Resûiü'ne (s.a.v) on yıl hizmet ettim. Hiç kimse benim efendim gibi olamaz. O, bir gün dahi yaptığım bir şey için, 'Şunu niçin yaptın?', yapmadığım bir şey için de, 'Keşke yapsaydın'
dememiştir. Yine o, olmuş bir şey için, 'Keşke olmasaydı' veya olmamış bir şey için de, 'Keşke
olsaydı' dememiştir. O, daima şöyle derdi: Bir şey takdir edilmişse muhakkak olur."267
Hizmetçiler onun dediğini yapmasalar, ihmal de etseler, sadece yumuşakça ve nazikçe sebebini sorardı.
Hz. Enes, bir ihmalinden dolayı Hz. Peygamberin kendisini ikaz edişini şöyle anlatır:
"Resûlullah, bir gün beni bir iş için bir yere gönderdi. Ben, 'Vallahi gitmem' dedim. Halbuki
içimden Resûl-i Ekrem'in beni gönderdiği yere gitmek geliyordu. Dışarı çıktım, çocukların yanına
uğradım, onlar sokakta oynuyorlardı. Ben de aralarına karıştım, oynamaya başladım. Derken
Resûlullah geldi, arkamdan başımı tuttu. Yüzüne baktım, gülüyordu:
"Enesçik, seni gönderdiğim yere gittin mi?" diye sordu. "Evet, gidiyorum yâ Resûlallah" dedim.268
O, özellikle kız çocukları arasında hizmetçilik yapanlara şefkatle davranır, onların her derdini
dinler, ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Şu olay, bu açıdan çok ilgi çekicidir. Hz. Peygamberin
cebinde 10 dirhemi vardı. Elbise satıcısından 4 dirhemle bir gömlek aldı. Dışarıya çıkınca yoksul
bir Medineli, "Ey Allah'ın Resulü, o gömleğe çok ihtiyacım var, onu bana verir misin?" dedi. Hz. Peygamber gömleği yoksula verdi, elbiseciye tekrar girdi, geri kalan paranın 4 dirhemiyle de kendisi için bir gömlek satın aldı. Dışarıya çıktığında küçük bir hizmetçi kızın ağladığını gördü. Hemen yanına yaklaşıp sebebini sordu. Hizmetçi kız,
"Ev sahibim bana 1 dirhem verdi. 'Yarım dirhem ile bir şişe ve yarım dirhem ile de yağ satın
al' demişti. Bunları alıp gidiyordum. Elimden düştü. Hem şişe hem de yağ gitti, onun için ağlıyorum. Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum" dedi.
Hz. Peygamber (s.a.v), son kalan parasını da bu kızcağıza verdi. Fakat küçük kız, ağlamaya
devam ediyordu. Resûlullah tekrar sordu: "Kaybettiğin dirheme yeniden kavuştun, hâlâ
niçin ağlıyorsun?" "Eve geç kaldım, beni dövmelerinden korkuyorum" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber küçük kızın elinden tuttu,
"Korkma yavrum, gel benimle" dedi. Onu eve kadar götürdü, kapıyı çaldılar. Yahudi kapıyı açıp
Resûlullah'ı (s.a.v) görünce şaşırıp kaldı. Yahudiye, "Şu kızcağız, geç kaldım, diye dövûlmekten
korkuyordu da bunu size kadar getirdim" dedi ve olan biteni anlatıp kıza bir şey yapmaması için şefaat buyurdu.
Yahudi Resûlullah'ın ayaklarına kapanıp, "Ey Allah'ın Resulü! Sizin evimize gelmenize sebep olduğu için bu hizmetçi kızı azat ediyorum, artık o hürdür. Bana da imanı ve İslâm'ı öğret. Huzurunda müslüman olayım" dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v) ona İslâmiyet'i öğretti. Müslüman oldu. Evine girdi. Çoluğuna çocuğuna anlattı. Hepsi müslüman oldular. Bunlar, hep Resûlullah'ın (s.a.v) güzel huylarının bereketiyle oldu. 269


HZ. PEYGAMBERİN KADINLARA MERHAMETİ

Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve bir merhamet okyanusu olan Hz. Peygamber (s.a.v)
güçsüzler, çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere bütün canlılar için şefkat ve merhamet kaynağıydı. İslâm'ın şefkat güneşi dünyayı aydınlatmadan önce kadınlar çok perişan haldeydiler. Başta Araplar olmak üzere, insanlık kız çocukları ve kadınları çok hor görürdü. Onları bir insan olarak kabul etmez, bir eşya gibi değer biçer, alıp satarlardı. Araplar'ın yanında kadının hiçbir sosyal hakkı yoktu. Onları şefkat ve merhametten yoksun kıldıkları gibi, mal ve mirastan
da uzak tutarlardı.
Hz. Peygamber (s.a.v), câhiliye Arapları'nın bu konudaki çirkin âdetlerini de tamamen kaldırdı ve en çok kadınların merhamete muhtaç olduklarını bildirdi. Resûlullah'ın bütün insanlığı kuşatan şefkat ve merhameti kısa zamanda kadınlar üzerinde de görülmeye başladı. Onları insanların ayakları altında ezilmekten kurtararak o kadar yüceltti ki,
"Cennet annelerin ayaklan altındadır" 270
buyurarak, cennete girmeyi annelerin rızalarıyla eşit tuttu. Hz. Peygamber'in (s.a.v) Veda hutbesinde ümmetine çeşitli konulara dair yaptığı hitabetten sonra kadın haklarına da temas ederek şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namuslarını Allah'ın adıyla kendinize helâl yaptınız! Sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır."271
Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kadınlara güzelce davranın, zira kadın bir kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Bu kemiğin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara güzel muamele ile davranın."272 Resûlullah (s.a.v) bizlere bu tavsiyeyi yaparken, kendisi de söylediklerini en güzel şekilde uyguluyordu. Bir ihtiyaçları olur veya bir şey öğrenmek isterlerse mümin kadınları reddetmez, ihtiyaçlarını karşılar, sorularına cevap verir, erkeklerle hiçbir ayırım gözetmezdi. O en hayırlı kocayı şöyle tanıtırdı:
"Allah katında en hayırlınız, hanımına karşı en iyi olanınızdır. Zevcesine karşı en iyi olanınız
benim."273
"İmanı en üstün olanınız, huyu en güzel ve zevcesine en yumuşak olanınızdır."274
Peygamber Efendimiz (s.a.v) kendi hanımlarına da çok nazik davranır, hiçbir şekilde
kalplerini kırmazdı. Başta Hz. Âişe validemiz olmak üzere bütün hanımları, Hz. Peygamberin
evde çok sakin, halîm ve mütevazı olduğunu söyleyerek, onu her yönüyle mükemmel bir aile
reisi, merhametli bir koca, şefkatli bir baba olarak anlatırlar.


HZ. PEYGAMBERİN HAYVANLARA MERHAMETİ

İslâm'ın merhamet ve şefkat anlayışı sadece insanlarla ilgili değil, bütün canlılara şâmildir. Büyük bir şefkat, sevgi ve merhamet besleyen Hz. Peygamber (s.a.v), bu konuda da bize en
güzel örnekleri sunmuştur. Hayvanlara taşıyamayacağı yükler yüklenmemelerini, onlara
eziyet etmemelerini,275 yüzlerine vurmamalarını,276 onları boğazlarken, eziyet çektirmeden, en güzel bir şekilde kesmelerini, 277 hayvanlara iyi bakılıp beslenmesini, 278 zevk için dövüştürülmemesini, 279 nişan atılan hedefler yerine konulmamasını, 280 zevk için öldürülmemesini 281 emir ve tavsiye etmiştir.
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.v), merhamet konusu üzerinde önemle durmuş, teşvik etmiş, zaman zaman katı ve acımasız davranan insanları uyarmıştır. Yüzüne damga vurulmuş bir eşeği görünce, "Bu hayvanı dağlayana Allah lanet etsin"282 buyurarak merhametin insanlarla sınırlı olmadığını dile getirmiştir.
Bir defa Hz. Âişe validemiz huysuz bir deveye binmiş, onu oraya buraya sürüklemeye
başlamıştı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) Hz. Âişe'ye hitaben,
"Yumuşaklıkla muamele etmekten ayrılma. Çünkü yumuşaklık herhangi bir şeyde bulunursa
onu muhakkak güzelleştirir. Herhangi bir şeyden de yumuşaklık alınırsa onu kötüleştirir. 283
buyurarak hayvana bile yumuşaklıkla muamele etmesini emretmiştir.
Abdullah b. Cafer (r.a) anlatıyor:
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) ensardan bir zatın bahçesine girdi. Orada bir deve vardı. Deve
Peygamberimizi (s.a.v) görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Resûlullah (s.a.v) deveye yaklaştı ve gözyaşlarını sildi. Hayvan sakinleşti. "Bu devenin sahibi kim?" diye sorarak ilgi
gösterdi. Ensardan bir genç, "O bana aittir ey Allah'ın Resulü!" deyip ortaya çıkınca Hz. Peygamber (s.a.v) onu şöyle uyardı:
"Allah'ın sana mülk olarak verdiği bu deve hakkında Allah'tan korkmuyor musun? Bak! Bu bana
şikâyette bulundu. O senin kendisini aç bıraktığını ve fazla çalıştırarak da aşırı yorduğunu söylüyor."284
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) hayvanlar hakkında şu uyarıda bulunmuştur:
"Hayvanlarınızın sırtını oturak gibi kullanmayın. Allah onları tek başınıza güçlükle gidebileceğiniz
290 Buharı, Enbiyâ, 54; Müsâkât, 9; Edebü'l-Müfred, nr. 379; Müslim,
Selâm, 40, Birr, 37; İbn Mâce, Zühd, 30 (nr. 4256); Ahmed b. Hanbel,
el-Müsned, 2/269; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 546; Deylemî,
Firdevsü'l-Ahbar, nr. 2881; Aclûnî, Keşfû'l-Hafâ, 1/356 (nr. 1289).yerlere sizi götürmeleri için sizin hizmetinize verdi. Onları bu maksadın dışında kullanmayın."285
Abdurrahman b. Abdullah b. Mesud, babası Abdullah'ın şöyle dediğini nakletmiştir:
"Biz bir seferde Resûlullah ile (s.a.v) beraberdik. Peygamber Efendimiz bir ara bir ihtiyacı için
yanımızdan ayrıldı. O sırada hummara denen bir kuş gördük, iki tane de yavrusu vardı. (Kuş kaçtı) yavrularını aldık. Kuşcağız etrafımıza yaklaşıp çırpınmaya, kanatlarını çırpıp havada inip çıkmaya başladı. Resûlullah Efendimiz (s.a.v) gelince, "Kim bu zavallının yavrusunu alıp onu ıstıraba attı? Yavrusunu geri verin!" diye emretti. 286
Yine bir gün muharebeden dönülüyordu. Dinlenme vaktinde sahabeden bazıları bir kuş yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıp sevmeye başlamışlardı. Tam o sırada anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde görünce çırpınmaya başladı. Allah'ın Resulü duruma vâkıf olunca kızdı ve hemen yavruların yuvaya konulmasını emir buyurdu. 287
Yine Resûlullah Efendimiz (s.a.v) yol sırasında ateşe verdiğimiz bir karınca yuvası gördü.
"Kim yaktı bunu?" diye sordu. "Biz" dedik. "Ateşle azap vermek sadece ateşin Rabb'ine
hastır" diye bizi uyardı. 288
Diğer bir rivayette ise Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Peygamberlerden birini bir karınca ısırdı. O da (öfkelenerek) karıncanın yuvasının yakılmasını emretti ve yakıldı. Allah Teâlâ ona şöyle vahyetti:
Seni bir karınca ısırmışken, sen tesbih eden bir ümmeti yaktın."289
Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
"Bir kadın, bir kedi yüzünden azaba uğradı. O kadın kediyi bağladı. Ölünceye kadar aç bıraktı. O
kedinin yüzünden cehenneme girdi."
290

239 İbn Mâce, Zühd, 7 (nr. 4126); Heysemî, ez-Zevâid, nr. 17905; Hâkim, Müstedrek, 4/322; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 16592.
240 Tirmizî, Zühd, 37 (nr. 2352); Beyhakî, Şuabü't-İmân, nr. 10507; Ali el-Müttakî, Kenzü'l'Ummâl, nr. 16668.
241 Begavî, el-Envâr fî Şemaili'n-Nebî, 1/309; Beyhakî, Delâilû'n-Nübüvve, 1/330.
242 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/203; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebi, 1/307.
243 Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/331.
244 İbn Sa'd, Tabakatü'i-Kübrâ, 1/135.
245 İbn Sa'd, Tabakaîü'l-Kübrâ, 1/136.
246 İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübrâ, 1/144.
247 Müslim, Fezâil, 15 (nr. 62); Beyhakî, Şuabü'1-İmân, nr. 11011.
248 İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübrâ, 1/137; Begavî, el-Envâr fîŞemâili'n-Nebî, 1/210.
249 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/435; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 832; el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 2005; Hâkim, el-Müstedrek, 2/123; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 942; Abdürrezzâk, el-Musannef, nr. 20090.
250 Buharı, Edeb, 18; Müslim, Fezâü, 15 (nr. 65); Tirmizî, Birr, 12; Ebû Davud, Edeb, 144; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/241; Beyhakî, Şuabü'l İmân, nr. 11012.
251 Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fezâil, 15 (nr. 64); Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 11013; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4948.
252 Buhârî, Cenâiz, 31; Müslim, Cenâiz, 6 {nr. 11).
253 Buhârî, Ezan, 65; Tirmizî, Salât, 159 (nr. 376); Begavî, el-Envâr fî Şemâ-ili'n-Nebi, 11201.
254 Müslim, Fezâil, 15 (nr. 63); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/214; Begavi, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebi 1/209.
255 Hâkim, el-Müstedrek, 3/156.
256 Hâkim, el-Müstedrek, 3/154.
257 Enfâl S/28; Tegabün 64/15.
258 Ebû Davud, Salât, 233 (nr. 1109); Tirmizî. Menâkıb, 31 (nr. 3774); Nesâi, Cuma, 30 (nr. 1412); ibn Mâce, Libas, 20 (nr. 3600).
259 Hâkim, el-Müstedrek, 3/167.
260 Hâkim, el-Müstedrek, 3/178.
261 Hâkim, el-Müstedrek, 3/166.
262 Râzî, Mefâtîhul-Gayb, 11/301 (Beyrut 1994); Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 10/630.
263 İbn Hacer, el-İsâbe, 1/433; Kurtubî, el-İstiâb, 1/255; İbn Asâkir, Târihu Medîneti Dımaşk, 10/299 {Beyrut 1995).
264 İbn Mâce, Edeb, 6 (nr. 3679}; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4973.
265 bk. Hâkim, el-Müstedrek, 3/640.
266 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/313; İbn Hacer, el-lsâbe, 8/405; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/205.
267 Buhârî, Edeb, 39; Edebü'l-Müfred, nr. 164-277; Müslim, Fezâil, 13; Ebû Davud, Edeb, 1; Tirmizî, Birr, 69; Şemail, nr. 345; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/197; Heysemî, ez-Zevâid, 9/16; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/183; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/312;
Begavî, el-Envâr fi Şemâ-ili'n-Nebî, 1/161; İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 1/346; Harrâz, Kitâbü's-Sıdk, s. 64;Gazâlî, İhya,4/2667; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 6/182.; İbn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s.62. 268 Müslim, Fezâil, 13 (nr. 54); İbn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s. 63; Begavî, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebî, 1/162; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/15.
269 Heysemî, ez-Zevâid, 9/13; Ibn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s. 67.
270 Nesâî, Cihâd, 6; Hâkim, el-Müstedrek, 4/151; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4939.
271 Tirmizî, Tefsîr, Tevbe, nr. 3087, Radâ1, 11 {nr. 1163).; İbn Mâce, Nikâh,3.
272 Buhârî, Enbiyâ, 1; Nikâh 80; Müslim, Radâ', 18 {nr. 60); Tirmizî, Talâk,12.
273 Ebû Davud, Sünnet, 15 fnr. 4682); Tirmizî, Radâ', 11 (nr. 1162); İbn Mâce, Nikâh, 50.
274 Tirmizî, İmân, 6; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, 3/411.
275 Beyhakî, Deiâilü'n-Nübüvve, 6/26.
276 Ebû Davud, Cihâd, 58.
277 Nesâî, Dahâyâ, 27.
278 Ebû Davud, İsti'zân, 39.
279 Ebû Davud, Cihâd, 56; Tirmizî, Cihâd, 30.
280 Müslim, Sayd, 12.
281 Nesâî, Dahâyâ, 42.
282 Müslim, Libas, 29 (nr. 107).
283 Ebû Davud, Edeb, 10; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5067.
284 Ebû Davud, Cihâd, 44 (nr. 2549); Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 6/26.
285 Ebû Davud, Cihâd, 55 {nr. 2567); Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 11083.
286 Buhârî, Edebül-Müfred, nr. 382; Ebû Davud, Cihâd, 112 (nr. 2675), Edeb,163 (nr. 5268); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/404.
287 Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 6/32; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr,nr. 10375.
288 Ebû Davud, Cihâd, 112 (nr. 2675), Edeb,163 (nr. 5268); Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 10373.
289 Buhârî, Cihâd 153; Bed'ü'l-Halk, 16; Müslim, Selâm, 39 (nr. 148); Ebû Davud, Edeb, 163 (nr. 5265; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/313.
290 Buharı, Enbiyâ, 54; Müsâkât, 9; Edebü'l-Müfred, nr. 379; Müslim, Selâm, 40, Birr, 37; İbn Mâce, Zühd, 30 (nr. 4256); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/269; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 546; Deylemî, Firdevsü'l-Ahbar, nr. 2881; Aclûnî, Keşfû'l-Hafâ, 1/356 (nr. 1289).

Hiç yorum yok: