4 Aralık 2007 Salı

İYİ OLMANIN ALÂMETLERİ

İyi olmanın bazı alâmetleri vardır. Bu alâmetleri kısaca anlatalım. İyi ve sâlih insanlarda şu sıfatlar bulunur:
Allah Teâlâ'nın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmak ve kazasına rıza göstermek hususunda sabretmek.
Haramları ve haram olma ihtimali olan şüphelileri terketmek.
Sünnet-i seniyyeye uymak ve unutulan sünnetleri ihya etmek.
Ashâb-ı kiramı sevmek, onlardan razı olmak, onların kıymet ve şereflerini yüksek tutmak,
aralarındaki ihtilâflardan uzak durmak.
Âlimlere, büyüklere ve fazilet sahibi kimselere hürmet etmek.
İlim, fazilet ve hayır sahiplerini ziyaret etmek, onların sohbet ve meclislerinde bulunmak, onlardan dua istemek, faziletli ve bereketli yerleri ziyaret etmek.
Âlimlere ve sâlihlere ikramda bulunmak. Onlara hürmet etmek, onlara eziyet etmemek, sıkıntı
vermemek ve onlara düşmanlıktan sakınmak.
İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak. Bütün işlerde niyeti düzeltmek, ihlâs sahibi olmak. Allah Teâlâ'nın nimetlerine şükretmek. Nefsini sürekli hesaba çekmek.
Dili muhafaza etmek ve hayırdan başka bir şey konuşmamak.
Müslümanların ırz ve namusuna saygı göstermek.
Müslümanlara ve merhamet olunması emredilenlere merhamet etmek.
Müslümanların ihtiyacını gidermek.
Müslümanların ayıplarını örtmek.
Müslümanları sevindirmek ve onlara sevgi göstermek.
Yetimlere, zayıf, yoksul ve kalbi kırık olanlara iyilikte bulunmak.
Müslümanların başlarına gelen belâ ve musibetlerden dolayı onları taziye etmek.
Zevcesine (eş) iyi muamele etmek ve onlardan gelen sıkıntılara sabretmek.
Hizmetinde bulanan kimselere yumuşaklık ve iyilikle muamele etmek.
Çoluk çocuğun ihtiyaçlarını gidermek.
Çoluk çocuğuna, farz olan dinî bilgileri öğretmek, onları İslâm terbiyesiyle terbiye etmek, onlara Allah Teâlâ'nın emirlerini yerine getirmelerini, yasak kıldığı şeylerden de sakınmalarını emretmek.
Komşuluk hakkına riayet etmek.
Anne babaya ve akrabalara iyilik etmek ve onları ziyaret etmek.
Anne baba dostlarına ve diğer ikram edilmesi gereken kimselere ikram ve hürmette bulunmak.
İnsanlar hakkında zahirlerine göre muamele etmek.
İçlerinde, kalplerinde bulunanı Allah'a havale etmek.
Allah için sevmek, Allah için kızmak.
Sevdiği kimseye sevdiğini söylemek.
Geçmişte işlediği günahtan veya Allah Teâlâ'nın azabından yahut kıyamet gününün korku ve
dehşetinden dolayı ağlamak.
Dünya hususunda kendisinden aşağıda olana, âhiret işlerinde ise kendisinden yukarıda olanlara
bakmak.
Kanaat ve geçim için harcamada iktisat etmek, zaruret olmadan başkalarından istememek.
Helâlinden, alınteri ve elinin emeğiyle kazandığını yemek.
Cömertlik ve Allah Teâlâ'ya güvenerek hayır işlemek ve iyilik yapmak.
Tevazu sahibi olmak.
Haya sahibi olmak.
Hilm sahibi olmak.
Başkasına vereceği cezada acele etmemek.
Kızgınlığı sırasında nefsine hâkim olmak.
Başkasından gelen eziyetlere katlanmak.
İnsanları affedici olmak, onlara iyilikte bulunmak.
Misafire ikramda bulunmak, güleryüzlü davranmak, tatlı sözlü olmak.
Verdiği sözü yerine getirmek.
Sırrı muhafaza etmek, onu yaymamak.
İnsanlara vaaz ve nasihatte bulunmak.
Müslüman kardeşlerini mübarek gün ve gecelerde ve iyi işlerde tebrik etmek.
Müslümanların geçeceği yerlerde bulunan şeyleri temizlemek.
Başkalarının insanlara eziyet vermesine engel olmak.
Bir işi yapacağı zaman, onun hakkında hayırlı olup olmadığı hususunda istihare yapmak.
İşleri hususunda emin ve tecrübeli kimselerle istişare yapmak, onlara danışmak.
Yolculuk veya başka bir sebeple arkadaşından ayrılırken ona veda etmek, ona dua etmek ve dua
istemek.
Faziletli işlere devam edip, çirkin olan şeylerden uzak durmak.
Daima abdestli olmak.
Namazlarını ilk vakitlerinde kılmak.
Dinen yasaklanan işlerden uzak durmak.
Uzak kalınması gereken işlerin başında şunlar gelir:
Gıybet, laf getirip götürmek, insanların arasında bozgunculuk yapmak, yalan söylemek, yalan şahitlik yapmak, insana veya hayvana lanet etmek, mümine ve ölülere sövmek gibi kötü işlerden uzak kalmak.
Ayrıca şu kötü işlerden de uzak kalmak gereklidir:
İftira, kötü, çirkin ve boş şeyler söylemek, bid'atları yaymak, birbirine buğzetmek, akraba ve
dostları ile alakayı kesmek, haset etmek, kin tutmak, başkalarının ayıplarını araştırmak, kendisine ulaşan bir haberden dolayı kötü zan beslemek, müslümanı hakir ve aşağı görmek, başkasının başına gelen belâ ve musibetten dolayı sevinmek, hile ve haksızlık yapmak, üç günden fazla dargın durmak, hanımına, çocuğuna ve komşularına eziyet etmek, başkasının hakkını inkar etmek, yetimin malını yemek, dine uygun olmayan alışverişte bulunmak, insanların malını haksız yere yemek, içki içmek, yabancı kız ve kadınlara bakmak, haram lokma yemek. e-posta

DAYANIŞMA ve YARDIMLAŞMA

Müslümanın ilgilenmesi gereken bir grup da mümin kardeşleridir. Bütün müminler, iman bağı ile birbirine bağlı bir ailedir. Elinden geldiği kadar her müminle ilgilenmek, diğer müminin vazifesidir. Bu konuda bize pek çok emir ve tavsiye gelmiştir. Allah rızâsı için bir mümin kardeşinin yükünü çekmek, derdiyle dertlenmek en hayırlı amellerdendir.
İbn Ömer (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da onu kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun kusurlarını kıyamet günü örter."490
Ebû Hüreyre (r.a) bildiriyor: Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdu ki: "Kim bir müminin dünyevî kederlerinden birini giderirse Allah da onun kıyamet günü kederlerinden birini giderir. Kim bir fakire kolaylık gösterirse Allah da ona dünyada ve âhirette kolaylık gösterir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse Allah da onun ayıbını dünya ve âhirette örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da onun yardımındadır. Kim ilim aramak düşüncesiyle bir yola düşerse Allah onun cennete olan yolunu kolaylaştırır. Bir grup, Allah'ın kitabını okumak ve hükümlerini öğrenmek üzere Allah'ın evlerinden birinde toplanırsa üzerlerine mutlaka sekinet iner ve onları rahmet kaplar, melekler onların etrafını sarar. Allah onları yanında bulunan mukarreb meleklere anar. Bir kimseyi hak yolda ameli geri bırakırsa nesebi onu ileri geçiremez."491
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) bir defasında, "Din nasihatten (samimiyetten) ibarettir"buyurdu.
Yanındakiler, "Kimin için samimiyet ey Allah'ın Resulü?" diye sorunca şöyle buyurdu: "Allah için, kitabı için, Resulü için, müslümanların İmamları ve bütün müslümanlar için."492
Diğer bir defasında Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım edin" buyurdu. "Mazlumsa yardım ederim, zalime nasıl yardım ederim?" diye sorulunca şöyle buyurdu: "Onu zulümden alıkoyarsan, bu da ona yardımdır."493
Ebü'd-Derdâ'nın (r.a) bildirdiğine göre Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdular:
"Kim mümin kardeşinin gıyabında onun şeref ve haysiyetini müdafaa ederse, kıyamet günü Allah da onu ateşten korur." 494
Ebû Musa (r.a) anlatıyor:
Resûlullah Efendimiz (s.a.v), ihtiyacı için kendisine biri gelince, yanındakilere yönelir ve,
"Bunun ihtiyacının görülmesi için sebep ve aracı olun ki ecir kazanın" buyururdu.495
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Şu işler de Allah'ı yüceltmenin birer alâmetidir: Yaşlı bir müslümana hürmet ve ikramda bulunmak. İlim ve ameliyle hakkını veren bir Kur'an hafızına ikramda bulunmak. Adalet sahibi bir idareciye ikramda bulunmak."496
Resûlullah (s.a.v) diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa Allah mutlaka ona da yaşlılığında ikram edecek kimseleri yaratır."497
"Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir."498
Hz. Âişe (r.ah) validemizin anlattığına göre, kendisine bir dilenci uğradı, o da bir parça ekmek
verdi. Bir müddet sonra üstü başı düzgün, kıyafeti yerinde bir kişi uğradı. Hz. Âişe (r.ah) onu oturtup yemek yedirdi. Kendisine bunun sebebi sorulunca şöyle dedi:
"Resûlullah (s.a.v), 'İnsanlara mevkilerine göre ikramda bulunun'buyurmuştu."
499

490 Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 15 (nr. 58); Ebû Davud, Edeb, 38 (nr. 4893); Tirmizî, Hudûd, 3 (nr. 1426).
491 Müslim, Zikir, 11 (nr. 38); Ebû Davud, Edeb, 60 (nr. 4946); Tirmizî, Hudûd,3 (nr. 1425), Birr, 19 (nr. 1930).
492 Müslim, İmân, 23 (nr. 95); Ebû Davud, Edeb, 59 (nr. 4944); Tirmizî,Birr,17 (nr. 1926).
493 Buhârî, Mezâlim, 4; Müslim, Birr, 16; Tirmizî, Fiten, 68; Tebrîzî,Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4957; Taberânî, Mekârimü'l-Ahlâk, nr. 78.
494 Tirmizî, Birr, 20.
495 Buhârî, Edeb, 37; Müslim, Birr, 44; Ebû Davud, Edeb, 116 (nr. 5131).
496 Ebû Davud, Edeb, 20 (nr. 4843).
497 Tirmizî, Birr, 75 (nr. 2022).
498 Tirmizî, Birr, 15.
499 Ebû Davud, Edeb, 20 (nr. 4842).

YETİM ve KİMSESİZLERE İYİLİK

Sehl b. Sa'd (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki: "Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz" Orta parmağı ile başparmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret etti.479
İbn Abbas (r.a), Allah Resûlü'nün (s.a.v) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Kim müslümanlar arasından bir yetimi alarak bakımını üstlenirse affedilmez bir günah (şirk) işlememişse, Allah onu mutlaka cennete koyacaktır."480
Safvân b. Süleym (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Dul ve kimsesizler için çalışan, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri oruç tutup geceleri de ibadet eden kimse gibidir."481
Ebû Hüreyre'nin (r.a) bildirdiğine göre Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdular: "Allahım! Ben şu iki zayıfın hakkının çiğnenmesinden cidden sakındırırım: Yetim ve kadın."482
Ebû Hüreyre'nin (r.a) bildirdiği diğer bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.
Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir."
483
İbn Abbas (r.a) anlatır: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki: "Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını temin ederse sanki ömrü boyunca geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıç Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alır. Keza, ben ve o kimse, şu iki kardeş (parmak) gibi cennette birlikte oluruz" buyurdu ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırdı.484
Sürâka b. Mâlik (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: "Size sadakanın en faziletlisini haber vereyim mi? Boşanma, kocasının ölümü gibi bir sebeple sana geri gönderilmiş ve senden
başka çalışanı (Nafakasını temin edecek bir kimsesi) olmayan kızın için harcadığındır."485
Sa'saa b. Muâviye (r.a) anlatıyor: Bir kadın beraberinde iki kızıyla birlikte Hz. Âişe'nin yanına girdi. Âişe (r.ah) kadıncağıza üç tane kuru hurma verdi. Kadın çocuklarına birer hurma verdi,
kalan üçüncü hurmayı da çocukları arasında taksim etti. Hz. Âişe (r.ah) der ki: Az sonra Resûlullah (s.a.v) geldi, hadiseyi kendisine anlattım. Bana, "Buna hayret mi ettin? Kadın bu davranışı sebebiyle cennete girdi"486 buyurdu.
Bir diğer hadiste de şöyle buyrulur: "Bir kimse sadece Allah rızâsı için bir yetimin başını okşarsa elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona bir sevap vardır."487
Sa'dî-i Şîrâzî (k.s) der ki: "Bir adam, bir gün, bir yetimin ayağına batan dikeni çıkarmış. O adam öldükten sonra bir gün meşhur sûfî Sadreddin Hûcendî onu rüyasında görmüş. Adam cennette geziniyor ve şöyle diyormuş: "Bir diken yüzünden bana ne güller açıldı..."488
Büyük velîlerden Serî es-Sakatî büyüklerin yoluna girmesini şöyle anlatır: "Bir gün hocam Ma'rûf-i Kerhî hazretlerini, hurma çekirdeği toplarken gördüm. Ona, 'Bunları ne yapacaksın?' diye sordum. Bana, 'Şu çocuğu ağlar vaziyette gördüm ve niçin ağlıyorsun?' diye sordum; çocuk, 'Ben yetimim. Annem babam yok. Bütün arkadaşlarımın güzel elbiseleri var. Fakat benim ne elbisem var ne de oyuncağım' dedi. 'Ben de şimdi bunları toplayıp, satacağım ve onun ihtiyacını alacağım dedi. Bunun üzerine ben de Ma'rûf-i Kerhî'den izin isteyip, çocuğa bir takım elbise ve oyuncak aldım. Yetim çocuk çok sevindi. Ma'rûf-i Kerhî hazretleri bu durumu görünce, 'Sen bu çocuğu sevindirdiğin gibi, Allah Teâlâ da seni sevindirsin. Dünya sevgisini kalbinden çıkarsın,
seni bu meşguliyetten kurtarsın' diye dua etti. İşte bu dua sebebiyle kurtuldum."
489

479 Buhârî, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 2 (nr. 42); Ebû Davud, Edeb, 121;Tirmizî, Birr, 14 (nr. 1918); Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 11026; Tebrîzî,Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4952.
480 Tirmizî, Birr, 14 (nr. 1917); Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4975.
481 Buhârî, Nafakât 1, Edeb, 25, 26; Müslim, Zühd, 2 (nr. 41}; Tirmizî, Birr,44; Nesâî, Zekât, 78; İbn Mâce, Ticârât, 1 {nr. 2140); Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 11027.
482 İbn Mâce, Edeb, 6 (nr. 3678).
483 İbn Mâce, Edeb, 6 fnr. 3679); Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4973.
484 İbn Mâce, Edeb, 6 (nr. 3680).
485 İbn Mâce, Edeb, 3 (nr. 3667).
486 İbn Mâce, Edeb, 3 (nr. 3668).
487 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/250.
488 Şeyh Sa'dî, Bostan, s. 250.
489 Kuşeyrî, Risale, s. 417.

EVLAT ve AKRABALARA İYİLİK

Anne ve babadan sonra iyilik ve ihsanda bulunma sırası evlâtlarla yakın akrabalardadır. İnsan onlara yaptığı her iyilik ve İkramın sevabını alır.
Hz. Âişe (r.ah) anlatıyor: Yanıma bir kadın girdi. Beraberinde iki kız çocuğu da vardı. Benden bir şeyler istedi. O sırada yanımda bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu verdim. Kadın aldı ve ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine pay ayırmadı. Çıkıp gittiler. Ardından Resûlullah (s.a.v) içeri girdi. Durumu ona anlattım. Şöyle buyurdu: "Kim bu şekilde kızlarla imtihan edilir ve onlara iyi davranırsa kızlar, onun için, ateşe karşı bir perde olurlar."467
Hz. Enes'in (r.a) bildirdiğine göre Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bulûğa erinceye kadar kim iki kız evlâdı yetiştirirse -parmaklarını birleştirerek- kıyamet günü o ve ben şöyle beraber oluruz."468
Ebû Saîd (r.a) anlatır: Resûlullah (s.a.v), "Kim üç kız veya üç kız kardeş yahut iki kız ya da iki kız kardeş yetiştirir, terbiyelerini güzel yapar, onlara iyi davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiştir."469
Allah Resulü (s.a.v) diğer bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Kimin iki kızı olur da onları korur, hakaret etmez, oğlan çocuklarını bunlara tercih etmezse Allah onu cennete koyar."470
Havle bint Hâkim (r.a) anlatıyor: Bir gün Resûlullah (s.a.v) kızı Fâtıma'nın (r.ah) iki oğlundan
birini kucaklamış olduğu halde evden çıktı ve şöyle diyordu: "Siz var ya siz, sizin yüzünüzden (anne ve babanız) cimriliğe, korkaklığa ve cehalete düşer. Bununla birlikte siz Allah'ın (güzel koku taşıyan bir) reyhanısınız."471
Berâ (r.a) anlatıyor: "Hz. Ebû Bekir (r.a) Hz. Âişe'ye (r.ah) uğradı. Âişe hummaya yakalanmış, hasta idi. 'Kızım, nasılsın?' diye hatırını sordu ve yanağından öptü."472
Saîd b. Âs {r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz."473
Câbir b. Semüre'den gelen bir başka rivayette Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kişinin çocuğunu bir kerecik terbiye etmesi, onun için 1 sâ' miktarında yiyecek tasadduk etmesinden
daha hayırlıdır." 474
Hz. Âişe anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdular ki: "Sizin en hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olandır. Ben aileme karşı hepinizden daha hayırlıyım. Hayat arkadaşınız öldüğü zaman, arkasından kusurlarını zikretmeyin."475
Ya'lâ b. Mürre (r.a) anlatıyor: Hz. Ali'nin oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a) koşarak Resûlullah'a (s.a.v) geldiler. Peygamber Efendimiz onları bağrına bastı ve, "Şurası muhakkak ki çocuk (babası için bir) cimri'lik ve korkaklık sebebidir" buyurdu.476
İbn Abbas (r.a) nakleder: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Kim, ergenlik çağına kadar yanında kalan iki kızına iyilik yapar ve ihsanda bulunursa bu kızlar onu mutlaka cennete dâhil eder."477
Enes b. Mâlik'in (r.a) bildirdiği hadiste Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Çocuklarınıza gereken ikramı yapın ve terbiyelerini güzel verin."
'478

467 Buhârî, Zekât, 10; Müslim, Birr, 46; Tirmizî, Birr, 13 (nr. 1915); Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4949.
468 Müslim, Birr, 46 (nr. 149); Tirmizî, Birr, 13 (nr. 1914); Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr.4950.
469 Ebû Davud, Edeb, 120 (nr. 5147); Tirmizî, Birr, 13 {nr. 1916); Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, 3/42.
470 Ebû Davud, Edeb, 120 (nr. 5146)
471 Tirmizî, Birr, 10; Ibn Mâce, Edeb, 3 (nr. 3666).
472 Ebû Davud, Edeb, 146 (nr. 5222).
473 Tirmizî, Birr, 33 (nr. 1952).
474 Tirmizî, Birr, 33 (nr. 1951).
475 Tirmizî, Menâkıb, 63 (nr. 3890); İbn Mâce, Nikâh, 50.
476 İbn Mâce, Edeb, 3 {nr. 3666); Hâkim, el-Müstedrek, 3/164.
477 İbn Mâce, Edeb, 3 {nr. 3670).
478 İbn Mâce, Edeb, 3 {nr. 3671).

ANNE ve BABAYA İYİLİK

İyiliklerin en güzeli, en hayırlısı ve en faziletlisi anne babaya yapılan iyiliktir. Yüce Allah'a iman ve şükürden sonra hürmet ve hizmet sırası anne babanındır. Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.v) gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyade kim hak sahibidir?" diye sordu.
Hz. Peygamber (s.a.v), "Annen" diye cevap verdi. Adam, "Sonra kim?" dedi, Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Annen" diye cevap verdi. Adam tekrar, "Sonra kim?" dedi Resûlullah (s.a.v) yine, "Annen"diye cevap verdi. Adam tekrar sordu, "Sonra kim?" Allah Resulü (s.a.v) bu defa, "Baban" buyurdu. 451
Yine "Ey Allah'ın Resulü, kime karşı iyilik yapayım?" şeklindeki bir soruya Resûlullah (s.a.v) şu
cevabı vermiştir:
"Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine, bunu takip eden azatlına. Bu iyiliği de üzerine vacip olan bir hakkın ödenmesi, yani sıla-i rahmin yerine getirilmesi olarak yapacaksın."452
Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) anlatıyor: Bir adam, "Ey Allah'ın Resulü, benim malım ve bir de çocuğum var. Babam malımı almak istiyor" diye sordu. Resûlullah (s.a.v), "Sen ve malın babana aitsiniz. Şunu bilin ki evlâtlarınız kazançlarınızın en temizlerindendir. Öyleyse evlâtlarınızın kazançlarından yiyin"453 buyurdu.
Ebû Hüreyre'nin (r.a) anlattığına göre Allah Resulü (s.a.v) bir gün, "Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün" dedi. "Kimin burnu sürtülsün ey Allah'ın Resulü?" diye sorulunca şu açıklamada bulundu: "Anne babasından her ikisinin veya sadece birinin yaşlılığına ulaştığı halde (onlara yapacağı hürmet ve hizmetle) cennete giremeyenin."454
Bir diğer hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın rızâsı babanın rızasına bağlıdır. Allah'ın gazabı da babanın gazabına bağlıdır."455
Bir adam, cihada katılmak için Hz. Peygamber'den (s.a.v) izin istedi. Resûlullah (s.a.v), "Annen baban sağ mı?"diye sordu. Adam, "Evet" deyince, Resûlullah (s.a.v), "Onlara hizmet ederek cihad yap, senin için cihad budur"456 buyurdu.
Diğer bir rivayette Resûlullah (s.a.v) ona,
"Yemen'de bir kimsen var mı?" diye sordu. Adam, "Anne ve babam var" deyince, "Peki, onlar sana izin verdiler mi?" diye tekrar sordu. "Hayır" cevabı üzerine, "Öyleyse onlara geri dön, onlardan izin iste. Şayet izin verirlerse cihada katıl, vermezlerse onlara hizmet et!" diye emretti.
Muâviye b. Cahime'nin anlattığına göre Cahime (r.a) Hz. Peygamber'e (s.a.v) gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim" dedi. Resûlullah (s.a.v), "Annen var mı?"diye sordu. Cahime (r.a), "Evet" deyince, Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Öyleyse ondan ayrılma, zira cennet annenin ayağının altındadır"457 buyurdu.
Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: Nikâhım altında bir kadın vardı ve onu seviyordum. Babam Ömer ise onu (bazı kötü gördüğü tavırlarından dolayı) sevmiyordu. Bana, "Boşa onu" dedi. Ben itiraz ettim ve boşamadım. Babam Ömer (r.a) Hz. Peygamber'e (a.s) gelerek durumu arzetti. Resûlullah (s.a.v) bana, "Babana itaat et, boşa onu"buyurdu. 458 Ebü'd-Derdâ (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v), "Baba cennetin orta kapısıdır. Dilersen bu kapıyı terket dilersen muhafaza et" dediğini
işittim.459
Diğer bir hadiste ise şöyle buyurmuştur: "Anne cennet kapılarının ortasındadır."460
Büreyde (r.a) anlatıyor: Bir kadın, "Ey Allah'ın Resulü, annemin bir aylık oruç borcu vardı, onun yerine tutabilir miyim?" diye sordu. "Annenin yerine tut!"dedi. Kadın, "Ey Allah'ın Resulü, annem hiç haccetmedi, onun yerine hac yapabilir miyim?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v), "Evet, onun adına haccet" buyurdu. 461
Hz. Ebû Bekir'in (r.a) kızı Esma (r.ah) anlatıyor: Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. (Nasıl
davranmam gerekeceği hususunda) Hz. Peygamber'den (s.a.v) sorarak, "Annem yanıma geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?" dedim. "Evet, ona gereken hürmeti göster"buyurdu. 462
İbn Ömer (r.a) anlatıyor: Bir adam Resûlullah'a (s.a.v) gelerek, "Ben büyük bir günah işledim, buna tövbe imkânım var mı?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v), "Annen var mı?" diye sordu. Adam, "Hayır, yok" dedi. "Peki, teyzen var mı?" dedi. Adam, "Evet, var" deyince Resûlullah (s.a.v),
"Öyleyse ona iyilik yap (bu hizmetin günahlarına keffaret olur)" buyurdu.463
Ebû Üseyd Mâlik b. Rebîa es-Sâidî (r.a) anlatıyor: Bir adam, "Ey Allah'ın Resulü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı, onlar için nasıl iyilik yapabilirim?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v), "Evet, vardır" dedi ve şöyle buyurdu: "Onlara dua edersin, onlar için Allah'tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) talep edersin, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirirsin, anne ve babanın yakın akrabalarını görüp gözetirsin, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunursun."464
İbn Ömer (r.a), Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: "Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostlarıyla ilgilenmesidir."465
Peygamberimiz (s.a.v) bir gün otururken sütbabası çıkagelir. Resûlullah (s.a.v) hürmeten, onun için, giydiği şeylerden birini serdi ve üzerine oturttu. Az sonra sütannesi geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bunun için de elbisenin diğer tarafını serdi, kadın üzerine oturdu. Biraz sonra sütkardeşi geldi. Resûlullah (s.a.v) kalkarak onu da önüne oturttu.
466

451 Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1 (nr. 1); Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 46911.
452 Ebû Davud, Edeb, 119 (nr. 5140).
453 Ebû Davud, Büyü, 79 (nr. 3530); İbn Mâce, Ticârât, 64 (nr.2291-2292).
454 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 21; Müslim, Birr, 3 (nr. 9); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/254; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4912.
455 Tirmİzî, Birr, 3 (nr. 1899); Hâkim, Müstedrek, 4/151; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4927. 456 Buhârî, Cihâd, 138, Edeb, 3; Müslim, Birr, 1 (nr. 5); Ebû Davud, Cihâd, 31 (nr. 2529); Tirmizî, Cihâd, 2 (nr. 1671); Nesâî, Cihâd, 5.
457 Nesâî, Cihâd, 6; Hâkim, el-Müstedrek, 4/151; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4939.
458 Ebû Davud, Edeb, 119 (nr. 5138); Tirmizî, Talâk, 13; Hâkim, Müstedrek, 4/152; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4940.
459 Tirmizî, Birr, 3 (nr. 1900); ibn Mâce, Edeb, 1 (nr. 3663); Hâkim, el-Müstedrek, 4/151; Tebrîzî, Mişkâtü'i-Mesâbih, nr. 4928.
460 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/198.
461 Müslim, Sıyâm, 27 (nr. 157); Tirmizî, Zekât, 31 (nr. 667); Ebû Davud, Vesâyâ, 12.
462 Buhârî, Edeb, 8; Zekât, 14 (nr. 50); Edebü'l-Müfred, nr. 25; Ebû Davud, Zekât, 34; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4913.
463 Tirmizî, Birr, 6; Hâkim, el-Müstedrek, 4/155; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4935.
464 Ebû Davud, Edeb, 129 (nr. 5142); İbn Mâce, Edeb, 2; Hâkim, Müstedrek, 4/155; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4936.
465 Müslim, Birr, 4; Ebû Davud, Edeb, 119 (nr. 5143); Tirmizî, Birr, 5; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4917.
466 Ebû Davud, Edeb, 119 (nr. 5145); İbn Ebü'd-Dünya, Mekârimü'l-Ahlâk, nr. 213-215; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 35517.

İNSANIN İYİLİK ve KÖTÜLÜĞE KARŞI TAVRI

Takıyyüddin es-Sübkî (k.s) bu konuda insanların durumunu şöyle açıklar:
"Bir kısım insanlar vardır ki sen ona iyilikte bulunursun, o da sana iyilikte bulunur. Bu, iyiliğe karşı iyilik ve mükâfattır. Bazı kimseler de vardır ki sen ona kötülük edersin, o da sana kötülükle mukabele eder. Bu iki durum tabii bir şeydir; bunda hayret edilecek bir husus yoktur. Fakat öyle kimseleri gördük ki sen ona iyilik edersin, o ise sana kötülük eder. Bazı kimseler de vardır ki sen kendisine hiçbir iyilikte bulunmadığın halde o sana iyilikte bulunur. Ben buna hayret ederim. Ancak sonunda şunu gördüm ki bütün bunlar, insanın nefsinin terbiyesiyle alakalı. Sen bir şahsa iyilik yaptığın ve özellikle bu ihsanın fazlaca olduğu zaman, umumiyetle onu, sana darlıkta ve sıkıntılı zamanlarında yardımcı olup fayda verecek bir dost edinmek istersin. Fakat senin ona yaptığın bu iyilik, Allah için değil, sırf gelecekte ondan göreceğin bir fayda içindir. Bu sebeple o, senin ona en muhtaç olduğun bir zamanda seni bırakır. İyilik yerine sana kötülük yapar. Bu hadise ile Allah Teâlâ sana, senin daha önce o şahsa yaptığın iyiliğin senden değil kendisinden olduğunu, ancak görünüşte o şahsa yaptığın iyilikte senin bir vasıta olduğunu bildirmeyi murad etmiştir. Yine aranızda daha önce hiçbir sevgi ve yakınlık bulunmayan kimseden gelen iyilikle de Cenâb-ı Hak nimetin kullarından değil, kendisinden olduğunu göstermiştir.
Ey insan, bu hususta dikkat et! Her iki halde de Allah'ın nimetlerine ve sana iyilikte bulunan kimseye teşekkür et. Çünkü insanlara teşekkür etmeyen, Allah'a şükretmemiş olur. Sana iyilikte bulunan kimse, sana o nimetin gelmesine vesile olmuştur. Sana kötülük yapanı da hemen kötüleme. Bilakis onun için hayır duada bulun. Zira sana ondan gelen kötülük, senin gafletten uyanmana ve Rabb'ine dönüp yönelmene sebep olmuştur. Eğer sana, aranızda dostluk bulunmayan birinden bir iyilik, yardım, kendisinden iyilik beklediğin bir dostundan da bir sıkıntı gelirse bunu Allah'tan bir ikaz ve nasihat olarak kabul et. Çünkü Allah Teâlâ dilediğini yapar, senin dilediğini değil."


HER İYİLİK SADAKADIR

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) sadaka ve hayır çeşitleriyle ilgili şöyle buyurmuştur:
"Her türlü hayır sadakadır. Din kardeşine göstereceğin güler yüz bir sadakadır. Kendi kovandaki
suyu kardeşinin kovasına boşaltarak onun işini görmen de bir sadakadır."442
Tirmizî'nin diğer bir rivayetinde şöyle buyurmuştur: "Kardeşine karşı göstereceğin tebessümün bir sadakadır. Bir İyiliği emretmen, kötü bir işten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır. Gözü görmeyen bir kimseye yardımcı olup gideceği yere götürmen bir sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır. Kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman bir çeşit sadakadır."443
"İnsanın her gün bütün organları için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişinin arasını düzeltmek bir sadakadır. Hayvanına binene veya yük yükleyene yardım edip yükünü kaldırmak bir sadakadır. Yoldaki eziyet veren bir şeyi kaldırıp atmak sadakadır."444
"Bir hurmanın yarısıyla bile olsa cehennem ateşinden korunun, onu da bulamazsanız tatlı ve güzel söz ile."445
"Bir adamın hanımının ağzına koyduğu lokmada bile sadaka sevabı vardır."446
Allah Resulü (s.a.v), "Her müslümanın sadaka vermesi vaciptir" buyurdular.
Ashap, "Sadaka verecek bir şey bulamazsa ne yapar?" diye sordular.
"Çalışıp kazanır, hem kendisi faydalanır hem de başkasına sadaka verir."
"Çalışamazsa ne yapar?"
"Muhtaç olana bedenî gücüyle yardım eder."
"Yardıma gücü yetmezse ne yapar?"
"İyiliği emreder."
"Ona da gücü yetmezse?"
"Kimseye kötülük etmesin, bu da kendisi için bir sadakadır." 447
Hz. Ebû Zer (r.a) anlatıyor: Ashaptan bazı fakirler gelerek, "Ey Allah'ın Resulü! Zenginler bütün
sevapları alıp gittiler. Onlar da bizim gibi namaz kılıyor, bizim gibi oruç tutuyor, bizden ayrı olarak mallardan sadaka veriyorlar" dediler. Resûlullah (s.a.v) onlara şöyle buyurdu:
"Allah size de tasadduk edeceğiniz şeyler verdi: Her bir tesbih sadakadır, her bir tekbir sadakadır, herbir hamd sadakadır, her bir tehlîl sadakadır, iyiliği emretmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır, hatta bir kişinin hanımıyla ilişkiye girmesi bile sadakadır."
Cemaatten biri, "Ey Allah'ın Resulü! Yani eşimizle ilişkiye girmemizde sevap mı var?" diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v), "Bu ihtiyacını haramdan gidermiş olsaydı bu durum kendisi için bir günah olmaz mıydı?" diye sual ettiler.
"Evet, olurdu!" demeleri üzerine, "Öyleyse, ihtiyacını helâl yoldan gördüğü için kendisine sevap vardır"448 buyurdu.
Müslim'de Ebû Berze (r.a) şöyle rivayet eder: "Ey Allah'ın Resulü, bana faydalı olacak bir şey öğret, dedim de şu tavsiyede bulundu: 'Müslümanların yolundan rahatsızlık veren şeyleri
kaldır.''449
Şu hadis-i şerif de iyiliğin başka bir çeşidine dikkat çekmektedir:
"Bir müslüman bir ağaç diker veya bir tohum eker de bunların mahsulatından bir kuş yahut insan ya da hayvan yiyecek olsa bu onun için bir sadaka olur."
450

442 Buhârî, Edeb, 33; Edebü'l-Müfred, nr. 304; Müslim, Zekât, 16 (nr.52);Ebû Davud, Edeb, 60 (nr. 4947); Tirmizî, Birr, 45 (nr. 1970).
443 Tirmizî, Birr, 36; İbn Hibbân, es-Sahfh, nr. 529.
444 Buhârî, Mezâlim, 24; Müslim, Zekât, 16 (nr. 56).
445 Buhârî, Edeb, 34, Zekât, 10, Menâkıb, 25; Dârimî, Zekât, 1664;Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, 4/379; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 15939;İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 473-666.
446 Buhârî, İmân, 41, Nafakât, 1; Edebü'l-Müfred, nr. 752; Müslim,Vesâyâ, 1(nr. 5); Tirmizî, Birr, 42.
447 Buhârî, Zekât, 30, Edeb, 33; Müslim, Zekât, 16 (nr. 55); Buhârî,Edebü'l-Müfred, nr. 225, 306; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/395, 411; Dârimî, Rikâk, 34 (nr. 2750).
446 Müslim, Zekât, 16 (nr. 53); Ebû Davud, Edeb, 159; Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 227.
449 Müslim, Birr, 36, 13 (nr. 131); İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 541.
450 Buhârî, Hars, 1, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 2 (nr. 1553); Tirmizî, Ahkâm,40.

İYİLİĞE NASIL KARŞILIK VERİLİR?

Bu konuda Ebü'l-Hasan el-Mâverdî (rah) şöyle der:
"Bir iyilik gören şahıs için, o iyilik bir nevi esaret bağıdır. Onun bu bağdan kurtulması ancak şu iki şeyle mümkündür:
Birincisi: İyilik gören şahıs, o iyiliğin karşılığını verebilecek güçte ise gördüğü iyiliği, iyilikle
karşılamalı.
İkincisi, eğer buna gücü yetmiyorsa iyilik gördüğü kimseyi yanında ve gıyabında hayırla anarak kendisine teşekkür etmelidir. Bu konuda Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimseden iyilik gören onu gizlemeyip sahibini hayırla ansın. Böyle yaparsa nimete şükretmiş olur, gizlerse nankörlük etmiş olur."416
Allah Resulü (s.a.v) diğer bir hadislerinde, "İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükür etmez"
417 buyurarak, nimete şükrün methini ve nimete küfrün çirkinliğini ilân etmişlerdir.
Ediplerden biri, "Kendilerine iyilikte bulunanlara teşekkür etmeyenler, nimetin kesilmesini hak ederler" demiştir.418
Bişr-i Hâfî (k.s), "İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, çirkini de çirkin olarak kabul etmez" demiştir.
Ebû Bekir el-Verrâk (k.s) ise şöyle derdi: "İyiliği görüp, kıymetini takdir ederek ona karşı saygılı
olmak, nimetin şükrüdür."419
İmam Gazâlî (k.s) şöyle demiştir: "İnsanlardan bir iyilik gördüğün zaman önce Allah'a şükret, sonra ona vesile olan kimseye teşekkür et. Nimeti göndereni unutma, getireni de ihmal etme."
Resûlullah Efendimiz (s.a.v), iyiliğe nasıl karşılık verileceğini şöyle ifade etmiştir:
"Kim kendisine iyilik yapan kimseye, 'Allah sana hayırlı mükâfat versin' derse en güzel şekilde teşekkür etmiş olur."420
Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Kime bir iyilik yapılırsa imkânı varsa ona karşı bir iyilik de kendisi yapsın. İmkân bulamazsa vereni hayırla anıp kendisine dua etsin. Zira iyilik yapanı övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Kendisine yapılan iyiliği ve yapanı gizleyen kimse nankörlük yapmış olur."421


KÖTULÜĞÜ İYİLİKLE DEFETMEK

İyiliğe karşı iyilik, her kişinin işidir. Kötülüğe karşı iyilik ise er kişinin işidir. Bu konuda yüce
Allah şöyle buyurmuştur: "Sen, kötülüğü en güzel bir şekilde sav." Bu âyette yüce Allah, insanlarla beraber olmada faydalı olacak en güzel davranışı göstermiştir.'Bu davranış, kötülük yapanın düşmanlığını dostluğa, öfkesini sevgiye döndürmek için ona iyilik yapmaktır.423
Diğer bir âyette ise şöyle buyurmuştur:
"İyilikle kötülük bir olmaz, sen kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle arasında
düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur."424
Sana kötülük yapan kimseyi ona iyilik yaparak kendinden savıp uzaklaştır. Sana kötüiük yapana
iyilik ettiğin zaman bu iyilik onu senin için dostluğa, sevgiye, şefkate itecektir. Neticede o senin yakın, sıcak bir dostun gibi olacak, sana şefkat göstermede, iyilik etmede senin bir akraban gibi
olu verecektir.425
Abdullah b. Abbas (r.a), "Onlar kötülüğü iyilikle savarlar" 426 âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: "Onlar, kötü söz ve eziyet türü işleri selâm ve idare gibi güzel ahlâkla savarlar."427
"İnsanlar bize iyilik yaparsa biz de onlara iyilik yaparız; bize zulüm yaparlarsa biz de onlara
zulmederiz, diyen kimseler gibi olmayın. Bunun yerine kendinizi, insanlar size iyilik edince iyilik
etmeye, kötülük ettiklerinde zulmetmemeye alıştırın."428
Sahabeden biri Peygamberimiz'e (s.a.v), "Yâ Resûlallah, kendisine uğradığımda beni misafir
edip ağırlamayan adam bana geldiğinde ben de ona aynı şekilde mukabele edeyim mi?" diye
sordu; Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Hayır, sen onu ağırla"429 buyurdu.
Yine Allah Resulü (s.a.v), "Gerçek akraba hukukunu gözetmek, gelen akrabaya gitmek değil, gelmeyen ve alâkayı kesmiş olan akrabayı aramaktır"430 buyurmuştur.
Ebü'd-Derdâ (r.a) demiştir ki: "Çok insanlar vardır ki yüzlerine güleriz, ama kalbimiz onlara
lanet eder."431 Bunun mânası, karşı tarafı idare etmektir. Bu şekilde ondan gelecek kötülük ve eziyetler defedilir.
Muhammed b. Hanefiyye (r.a) şöyle demiştir: "Görüşmek zorunda olduğu kimselerle iyi
geçinmeyen kimse hikmet ehli olamaz. Bu, yüce Allah'ın kendisi için bir çıkış ve kurtuluş yolu
yaratana kadar devam etmelidir. Güzel ahlâklı olmayan kimselerle yapılan muameleler ve
konuşmalar, zaruri bir halden kaynaklanmalıdır. Güzel ahlâklı kimselerle beraberlik ve dostluk ise iradeyle yapılan güzel bir tercihin sonucu olmalıdır."432
Şems-i Tebrîzî (k.s) şöyle der: "Eğer bir kimse bana âhireîimle ilgili bir defa iyilik edip, dünya ile alakalı binlerce kötülük etse, ben onun bir defa yaptığı iyiliğe nazar ederim. Çünkü iyi ahlâk bunu icap ettirir."
İmam Gazâlî (k.s) der ki: "Sana kötülük yapanları Allah'a havale et, kötülüklerinden O'na sığın. Eğer intikamla uğraşırsan, daha büyük zararlarla karşılaşırsın ve ömrünü boş yere harcamış olursun. Seninle uğraşanlara, 'Ben iyi bir adamım, lakin siz kıymetimi bilemiyorsunuz' deme ve böyle düşünme. İyi bil ki gönüllere sevgi veren ve dilediğini kullarına sevdiren sadece Allah Teâlâ'dır. Senin hakkın olan sevgi sana gelir, endişe etme."433
Muhammed Ma'sûm el-Fârûkî (k.s) şöyle derdi: "Mert isen, kötülük yapana, iyilik yap."
Said Nursi de (k.s) şöyle demiştir: "Hasmını mağlup etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle
mukabele et."
Lokman (a.s), "Kötülük kötülükle söndürülür, diyen yalan söylemiştir, eğer bu kişi sözünde samimi ise bir ateşin yanında başka bir ateş yaksın bakalım, bunlar birbirini söndürecek mi? Bilakis su ateşi söndürdüğü gibi kötülüğü de iyilik söndürür" demiştir.434
Halil b. Ahmed, "Kötülüğüne iyilikle mukabele edilen kimseye bu iyilik kendisini kötülükten
kurtarmak için bir perde olur ve bir daha kötülüğe dönmez" demiştir.435
"Sana kötülük edeni kadere bırak, Kader, intikamını daha iyi alır." "Elinden geldiği kadar bir gönül yıkma, Çünkü bir ah, bir dünyayı altüst eder." "Kötü adla yaşamaktansa, iyi adla ölmek daha iyidir." Allah'ın Sizi Bağışlamasını Sevmez misiniz?
Hz. Ebû Bekir (r.a) sahabeden Mıstah isimli bir fakirin geçimini üstlenmişti. Bu zat, İfk Hadisesi'nde Hz. Âişe (r.ah) hakkında ileri geri konuşmalar yapınca Hz. Ebû Bekir'in canı sıkılarak, ona bir daha yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Bu konuda Allah Teâlâ şu âyeti indirdi: İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir."436
Hz. Ebû Bekir (r.a), âyeti işitince, "Evet, severim yâ Rab" dedi ve ona tekrar yaptığı yardımı vermeye devam etti. Bunun için en doğrusu, kızdığı birine karşı yine de eski samimiyetini yaşatmak, hatta şeytanı körletmek için daha fazla ihsanda bulunmaktır. İşte bu, sıddîkların makamı ve ilâhî huzurda yakınlık elde etmiş sâlihlerin amellerindendir.437


İyilik Gören Koyun

Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî (k.s) anlatıyor: Yolda giderken karşıma bir genç çıktı. Arkasından boynu tasmalı ve ipi de gencin elinde bir koyun koşuyordu. Kendisine dedim ki: "Koyunu senin arkandan koşturan bu tasma ile iptir. İpi bıraksan ve tasmayı çözsen koyun senin arkandan gelmez." Ben bunu söyler söylemez, genç derhal ipi bıraktı, tasmayı çıkardı. Genç sağa sola
koşmaya başladı. Nereye gitse koyun da arkasından geliyor ve koşuyordu. Çünkü o gencin elinden arpa, ot yemişti. Bu hal bir müddet böyle devam etti. Sonra genç yanıma gelerek bana dedi ki: "Koyunu benim arkamdan koşturan ne iptir ne de tasma... Ona verdiğim ot ve yedirdiğim arpadır. Bu işler böyledir ey akıllı zat!"
Fil, zorlu ve heybetli bir hayvan olduğu halde sahibine saldırmaz. Çünkü ondan lütuf görmüştür.
Ey iyi insan! Kötüleri okşa. Zira köpek bile, elinden ekmek yediği için seni korur.
Pars denilen yırtıcı hayvan, dilini bir iki gün sahibinin peynirine sürse sahibine karşı dişi kesmez
olur438 (Rivayete göre pars, peyniri çok severmiş).


İYİLİĞİ GİZLEMEK

Riya ve gösterişten korunmak için yapacağı iyilikleri gizli yapmalıdır.
Ömer b. Haris (k.s) ne güzel demiş: "Eskiden iyilik yaparlardı fakat kimseye söylemezlerdi. Sonraki devirlerde iyilik yapmaya ve yaptıkları iyiliği söylemeye başladılar. Zamanımızda ise doğru dürüst bir iyilik yapan yok, sadece iyiliği konuşuyorlar."
Zünnûn-i Mısrî ve Rabia-i Adeviyye (k.s) derler ki: "İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin."
Ebû Bekir el-Ferrâ (k.s) demiştir ki: "İyiliklerini gizlemen, kötülüklerini açıklamandan daha makbuldür. Sen böylece kurtuluşa erebilirsin."439
Ebü'l-Leys es-Semerkandî (k.s) der ki: "Yapılan bir iyiliği muhafaza etmek, onu yapmaktan daha zordur."
Lokman Hekim (a.s) şöyle derdi: "İki şeyi unutma: Allah'ı ve ölümü. İki şeyi unut: Başkasına yaptığın iyiliği, başkasının sana yaptığı kötülüğü."
İmam Cafer es-Sâdık hazretleri demiştir ki: "Bir iyiliğin tamamlanması için yapılanları gözde küçük görmek, etrafa yaymayıp gizlemek ve acele davranmak gerekir." 440
Ebû Abdurrahman es-Sülemî şunu anlatmıştır: "Üstat Ebû Sehl es-Su'lûkî bir gün evinin
avlusunda abdest alıyordu. Yanına biri girerek kendisinden dünyalık bir şey istedi. O anda da
kendisinde ona verecek bir şey yoktu. Adama, 'Şu abdest bitene kadar sabret' dedi. Adam sabretti. Abdestini bitirince adama, 'Şu ibriği al ve hemen çık git' dedi. Adam ibriği alıp hemen dışarı çıktı. Ebû Sehl biraz bekledi, adamın iyice uzaklaştığını tahmin ettiği bir süre geçince,
evdekilere, "Biri gelip ibriğimi alıp götürdü" diye seslendi. Hemen adamın peşine düştüler, fakat yetişemediler. Onun böyle yapmasının sebebi, ailesinin kendisini hayır yolunda çok mal veriyor, diye kınamasıydı. O da bu yolla infak ve hayrını gizliyordu."
441

416 Ebû Davud, Edeb, 11; Tirmizî, Birr, 87; Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr.215.
417 Ebû Davud, Edeb, 11; Tirmizî, Birr, 35; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/258; 3/32; 4/278; İbn Ebü'd-Dünya, İstinâu'l-Ma'ruf, nr. 129.
418 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 301.
419 Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 223; Kuşeyrî, Risale, s. 174.
420 Tirmizî, Birr, 87 (nr. 2035).
421 Ebû Davud, Edeb, 11; Tirmizî, Birr, 87.
422 Mü'minûn 23/96.
423 İbn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 11/5668.
424 Fussılet 41/34-35.
425 İbn Kesîr, Tefsîrû'l-Kur'âni'l-Azîm, 13/7064.
426 Ra'd 13/22.
427 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/215.
423 Tirmizî, Birr, 62; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5129.
429 Tirmizî, Birr, 63.
430 Buhârî, Edeb, 15; Ebû Davud, Zekât, 45 (nr. 1697); Tirmizî, Birr, 10; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4923.
431 Buhârî, Edeb, 82; İbn Ebü'd-Dünya, Kitâbü'l-Hilm, nr. 109; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/215; Gazâlî, İhya, 2/1018.
432 İbn Ebü'd-Dünya, Kitâbü'l-Hilm, nr. 108; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/215; İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 1/435.
433 Gazâlî, İhya, 3/1676.
434 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 407.
435 İbn Ebü'd-Dünya, Kitâbü'l-Hilm, nr. 46; Gazâlî, İhya, 3/1667.
436 Nûr 24/22.
437 bk. Gazâlî, ihya, 3/1672.
438 Şeyh Sa'dî, Bostan, s. 261.
439 Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 508; Abdurrahman-ı Câmî,Nefehâtû'lüns,s. 254.
440 Necmeddin Erbîlî, Hulâsatü'l-Mevâhib, s. 30.
441 Kuşeyrî, Risâle, s. 251.

İYİLİK YAPMANIN FAZİLETİ

İyilik, insanlar arasındaki kaynaşmanın yollarından biridir. Kişiler başkalarına yardım ettikçe, onlara güzel davrandıkça, aralarında kavga, anlaşmazlık ve düşmanlık yerine dostluk, barış ve kaynaşma olur.
İyilik, sosyal hayatın kurulması ve işlemesi konusunda son derece önemli bir ahlâk kuralıdır.
Hz. Câbir'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Her iyilik sadakadır"380 buyurmuştur.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İyiliklerine sevinen, kötülüklerine üzülen kimse mümindir."381
Adî b. Hatim (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
"Âhirette herkese Rabb'i, aralarında bir tercüman olmaksızın, doğrudan doğruya hitap edecektir.
Kul ilâhî huzurda durdurulur; sağına bakar, hayatta iken gönderdiği (hayır) amellerden başka bir şey göremez. Soluna bakar, orada da hayatta iken işlediği (kötü) amellerden başka bir şey göremez. Ön tarafına bakar; karşısında (kendini beklemekte olan) ateşi görür.
(Ey bu dehşetli güne inanan müminler!) Yarım hurma sadaka vererek de olsa kendinizi ateşten
koruyun. Bunu da bulamazsanız karşınızdaki insana güzel bir söz söyleyerek kendinizi ateşten koruyun."382
Enes b. Mâlikin (r.a) bildirdiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü insanlar saf saf dizilir. Cennet ehli de saf saf olur. O sırada cehennem ehlinden bir kişi cennet ehlinden birine uğrar ve, 'Ey falan! Hatırladın mı sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim'der. (Bu iyiliğini bahane ederek şefaat diler). Adam, o kimseye şefaat eder. Yine cehennemlik olan bir başka adam, cennetlik olan bir başkasının yanından geçer ve ona, 'Sana abdest suyu verdiğimi hatırlıyor musun?'der. (Bu iyiliği için kendisine şefaat ister. Oda hatırlar) ve ona şefaat eder."
Diğer rivayette şu kısım da vardır:
"Cehennemlik olanlardan biri cennetlik olanlardan birine gelir ve, 'Ey falan! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben o gün senin için gitmiştim (Bu sözüyle şefaatini ister). Cennetlik olan kimse de ona şefaat eder."383
Emîrü'l-müminin Hz. Ali (r.a) der ki:
"Müslümanların hayırlısı, müslümanlara yardım eden ve faydalı olandır."384
Muhammed b. Hanefiyye'nin (r.a) bir sözü: "İyilik yapan düşmez, düşse bile kırılmaz."385
Muhammed b. Suka (k.s), "Bir insan, müslüman kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah Teâlâ da ona çok yüksek dereceler verir" demiştir.
İbn Abbas (r. ah), "Bir din kardeşini sevindiren kimse, kıyamet günü Allah'ın azabından emin olan kimseler arasında yer alır" demiştir.386
Hasan b. Salih (rah) der ki: "İyilik yapmak, bedende kuvvet, kalpte nur, gözde ışıktır. Kötülük
yapmak ise bedende gevşeklik, kalpte karanlık ve gözde körlüktür."
İmam Mücâhid (rah) der ki: "Kişi evlâdının iyiliği ile mezarında güzel müjdelere ulaşır."
Muhammed Bakır (r.a) demiştir ki: "Dünyada insana en iyi yardımcı, din kardeşlerine iyiliktir."387
Şa'bî (rah) şöyle der: "Dünyada iyi bir şey bırakana, Allah Teâlâ ona âhirette daha hayırlısını
verir."388
İbn Abbas (r.a) diyor ki: "Müslümanlardan bir ailenin bir aylık, bir haftalık veya Allah'ın dilediği
zamana kadar geçimini temin etmem, benim için ikinci kez hac yapmaktan daha iyi ve daha faziletlidir."
Müminlerin emîri Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir:
"İhtiyacını karşılayabileceğimi veya benim vasıtamla işlerinin kolaylaşacağını umarak bana gelen bir kimsenin ihtiyacını karşılamaktan daha büyük bir nimet bilmiyorum. Bir müslümanın ihtiyacını karşılamak, benim için, dünya dolusu altın ve gümüşümün olmasından daha iyidir."
Şu söz de onun: "Her kişinin kıymeti, yaptığı iyilikle belli olur."389
İsâ (a.s), "Ateşin ve toprağın yemediği şeyden çokça elde etmeye bakınız" der. Bunun ne
olduğunu sorduklarında, Hz. İsâ, "İyilik yapmaktır" demiştir.


İYİLİKTE ACELE ETMEK

Kişi iyilik yapmaya niyetlendiğinde acele edip fırsatı elden kaçırmamalıdır. Bu hususta Allah
Resulü (s.a.v) şöyle buyuruyor: "Her şeyin bir semeresi (meyvesi) vardır, iyilik etmenin semeresi acele yapılmasıdır."390
Hz. Ali (r.a) şöyle nakletmiştir: Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdular:
"Sadaka vermede acele edin. Çünkü belâ sadakanın önüne geçemez."391
Hz. Ali (r.a) şöyle diyordu: "Hayra niyet edince acele et ki nefsin seni yenip de caydırmasın."
Nûşirevân'a, "Belânın büyüğü nedir?" dediklerinde, "İyiliğe kudreti varken yapmakta gevşeklik göstererek kudreti elden kaçırmaktır" demiştir.
Bir şair şöyle der:
"Şansının rüzgârı eserken ganimet bil de iyilikte kusur etme.
Çünkü hareket eden her şeyin bir duruşu vardır.
Deven süt verirken sağıp sütünü içmeye bak.
Yavrusu kimin olacaktır bilemezsin."
İbn Abbas (r.a) şöyle der: "İyilik ancak şu üç şeyle tamamlanır:
1. O iyiliği yapmakta acele etmek.
2. Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek, daima küçük görmek.
3. İyiliği yaparken, gizli yapmak."392
Ebü'l-Hasan el-Bûşencî tuvalette iken hizmetçisini çağırarak, sırtından çıkardığı gömleği birine vermesini söyledi. Hizmetçi, "Tuvaletten çıkıncaya kadar sabredemedin mi?" deyince, Ebü'l-Hasan, "Şu anda vermeye niyetlendim, sonra ne olur ne olmaz; belki vazgeçerim korkusu ile acele ettim" dedi.393


İYİLİĞİN KÜÇÜĞÜ OLMAZ

Yapılan iyiliklerin şartlarından biri de edilen iyilik ne kadar ufak da olsa onu küçük görmemektir. Çünkü azı küçümseyip vermekten utanan kimse, çoğundan da âciz olduğu için hiç vermeyeceği açıktır. Halbuki az hayır yapmanın hiç yapmamaktan daha faziletli olduğu herkesin malumudur.
Kâinatın Efendisi Resûlullah (s.a.v),
"İyiliğin küçüklüğü sizi icrasından menetmesin" buyurmuştur. Yani küçüktür diye sizi yapmaktan alıkoymasın, demektir.
Hz. Âişe şöyle diyordu: "Hiçbir sadakayı küçük görmeyiniz. Çünkü dane kadarcık bir sadaka kıyamet gününde dağlar kadar sevap ile tartılır."
Hz. Âişe validemiz bir keresinde bir fakire bir üzüm tanesi verince fakir azımsayarak geri çevirir. Bunun üzerine Hz. Âişe fakire Zilzâl sûresinin, "Zerre ağırlığınca hayır yapan onun sevabını görür..."Mealindeki yedinci âyetini okur ve "Bu üzüm tanesinde ne kadar zerre ağırlığı olduğunu biliyor musun?" der. Bu uyarı üzerine fakir istiğfarda bulunur.
Ebû Zer (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v), "Yapılan hayırdan hiçbir şeyi küçük bulup hakir
görme, kardeşini güler yüzle karşılaman bile olsa (bunu ehemmiyetsiz görüp ihmal etme)."395
Ashaptan Ebû Ukayl (r.a), bir gece sabaha kadar 2 hurma karşılığında kuyudan su çekti ve sabah ücretini alınca yarısını çoluk çocuğuna bırakıp diğer yarısını sadaka vermek üzere Hz. Peygamberin (s.a.v) yanına getirdi. Resûlullah da ona, götürüp sadaka ambarına boşaltmasını emretti. Bunu duyan münafıklar, "Bu adamın 1 sâ' hurma sadaka vermesi ona ne sağlar?" diyerek Ebû Ukayl ile alay ettiler. Bunun üzerine,
"Sadakalar hususunda, müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını
bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için yakıcı bir azap vardır"
397 mealindeki âyet-i kerîme nazil oldu.398
Hakîmler azı vermekten utanma, fakiri mahrum etmek ondan daha aşağıdır, demişlerdir.399


İYİLİK YAPMADA SIRA

Bütün insanlara iyilik ve yardım etmek, kudret dışı, imkânsız bir durumdur. Bütün insanlara iyilik, ancak ihsanı umumi olan Allah'a mahsustur. Hal böyle olunca, yapılacak iyilik ve yardım için vefalı, faziletli ve her bakımdan değerli kimseleri arayıp bulmalı ve nimet tohumunu onlara saçmalıdır. Tâ ki çorak zemine atılmayıp tohum korunacağı ve yeşereceği yeri bulmuş olsun. Ve tazeliği içinde zamanı gelince yetişip gelişsin... İyilik yapmaya en yakından başlamalıdır.
Hz.Peygamber (s.a.v), "Yakınları ihtiyaç içindeyken uzaktaki insanlara sadaka vermek uygun değildir"400 buyurmuştur.
İmam Mücâhid, "Allah Teâlâ, muhtaç akrabası varken başkalarına sadaka verenin sadakasını kabul etmez" demiştir.401
Yardım yapılacak fakir, akraba olunca iki yönlü sevap gelmektedir: Biri sadaka sevabı, diğeri de
akrabayı gözetme sevabı. Bu konuda Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Miskine (ve fakire) verilen sadaka, sadece bir sadakadır. Akrabaya verilince hem sadaka hem de sıla-i rahim (akrabayı gözetme) olur."402
"Yakınlara verilen sadakada iki çeşit sevap vardır:
1. Sadaka sevabı.
2. Akrabaya ikram sevabı."403
"Veren el, üstün olandır. Hayır yapmaya sana en yakınlardan başla. Önce annene, babana, kız
kardeşine, kardeşine ver, daha sonra en yakınlardan devam et."404
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:
Resûlullah Efendimiz {s.a.v), ashabını sadaka vermeye teşvik etti. Bir adam Resûlullah'ın (s.a.v)
saadetli huzuruna gelerek, "Yâ Resûlallah! Yanımda 1 dinar var, onu ne yapayım? diye sordu; Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Kendine harca"buyurdu. Adam, "1 dinarım daha var" dedi, Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Çocuklarına harca" buyurdu. Adam, "1 dinarım daha var" dedi, Resûlullah Efendimiz (s.a.v), "Hanımına harca"buyurdu. Adam, "1 dinarım daha var" dedi, Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), "Hizmetçine harca"buyurdu. Adam, "1 dinarım daha var" dedi, Resûlullah Efendimiz (s.a.v), "Bundan sonra kime vereceğini sen daha iyi bilirsin" buyurdu.405
Âişe validemiz (r.ah), "Yâ Resûlallah! Benim iki komşum var; önce hangisine hediye vereyim?" diye sordu, Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Sana kapısı en yakın olandan başla" buyurdu.406
Akrabalar yabancılar üzerine tercih edildiği gibi, dost ve ahbaplar da diğer tanışlar üzerine tercih edilir. Bu inceliklere riayet edilmelidir.
Hz. Ali (r.a) şöyle derdi: "Benim için, dostlarımdan kardeşlerimden birine 1 dirhem vermek, başkasına 20 dirhem vermekten, 20 dirhem vermek, başkalarına 100 dirhem vermekten, onlara 100 dirhem vermek, bir köle azat etmekten sevimlidir."407
Yakınların ihtiyacını giderdikten sonra hayır yapmak için güzel ahlâklı, sâlih fakirleri arayıp
bulmalıdır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v) şu tavsiyede bulunmuştur:
"Yalnız müttakilerin yemeğini ye, senin yemeğini de yalnız müttakiler yesin."408
Zira müttakilere yapılan yardım, onların takvalarını artırmaya hizmet eder. Bu sayede yardımda bulunan da ecir kazanır. Bunun mânası başkasına hiç hayır yapma anlamına alınmamalıdır. Hayırda ilk sırayı muhtaçlar içinde muttaki olanlara verin, demektir. Âlimlerden biri, fakirler içinde sûfî olanları arar bulur ve onlara yedirirdi. Kendisine, "Böyle yapmasan da bütün fakirlere infak etsen daha iyi olmaz mı?" diyenlere şöyle demiştir: "Hayır, bunlar sırf Allah için çalışıyorlar. Onlar ihtiyaç içinde kalınca himmetleri dağılır, gönülleri safiyetini kaybeder. Bunlardan bir tanesinin ihtiyacını temin edip onu Allah için ibadet ve amele sevketmek, bütün derdi dünyalık olan kişilere 1000 dirhem vermekten benim için daha sevimlidir."
Bu sözü Cüneyd-i Bağdâdî'ye anlattılar. O da çok beğendi ve, "İşte bu zat Allah Teâlâ'nın velîlerinden biridir. Uzun zamandır böyle bir kelâm duymadım" dedi. Sonra ticaretle uğraşan bu zat, fakirlere parasız mal vere vere iflas etti ve bir daha ticaretle meşgul olmak istemedi. Onun bu durumunu haber alan Cüneyd-i Bağdadî (k.s), kendisine yeterli miktar sermaye göndererek ticaretten ayrılmamasını ve onun gibi insanlara ticaretin zararı olmadığını söyledi.409
Şair de şiirinde şöyle diyor:
"İyilik ve yardım, münasip yere yapılmazsa iyilikten sayılmaz.
Öyleyse iyilik yaptığında Allah'ın rızâsına uygun olanı
veya akrabayı gözet ki makbul olsun. Yoksa terket."
Hayır yaparken özellikle ilim ehli olan fakirleri seçmelidir. Çünkü bu gibilere destek vermek ilimde kendilerine yardım etmek demektir. Güzel niyetle ilim tahsili en büyük ibadettir. Abdullah b. Mübarek (k.s), zekât ve hayırlarını özellikle muhtaç olan âlimlere verirdi. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulduğunda, "Ben, peygamberlikten sonra ilimden daha üstün bir rütbe olduğunu bilmiyorum. Âlimlerden biri, bir ihtiyaçla karşılaşınca, onunla meşgul olur, okuyamaz.
Onun ihtiyacını giderip, okumasını sağlamak daha makbuldür."410


İyilikte Ölçülü Davranmak

Çoluk çocuğun haklarını zayi edecek, onları fakir düşürüp başkalarına el açmaya sevkedecek bir
şekilde mal harcamak, hayır yapmak doğru değildir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), böyle davranmak isteyen ashabına mani olmuş, onların aşırı hayır muhabbetini dengelemiş ve hayrın ölçüsünü şöyle ortaya koymuştur:
"Sizden biri sahip olduğu şeyleri getirip, 'Bu sadakadır' der ve elinden çıkarır. Sonra da oturup
insanlara el açar, ondan bundan dilenir. Bu doğru değildir. Sadakanın en hayırlısı zenginlik halini koruyarak verilen sadakadır."411
Sa'd b. Ebû Vakkas da (r.a) malının hepsini Allah yolunda harcanmak üzere vasiyet etmek istediğinde, Resû-lullah Efendimiz (s.a.v), "Hayır, hepsini vasiyet etme!" buyurdu. "Yarısını vasiyet edeyim" dediğinde, "Yarısı da olmaz"buyurdu. Sa'd (r.a), "Üçte birini vasiyet edeyim" deyince Allah Resulü (s.a.v), "Üçte bin de çoktur, fakat olabilir. Şunu iyi bil ki senin, vârislerini zengin bir halde bırakman, onları fakir bir halde terkedip insanlara el açmaya mecbur etmenden daha hayırlıdır. Hiç şüphesiz senin malından yapacağın hayırlar bir sadakadır, ailene ve çocuklarına yaptığın harcamalar bir sadakadır"412 buyurdu.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) anlatıyor: Resûl-i Ekrem (s.a.v) sadaka vermeyi emrettiği sırada mescide, düşük kıyafetli bir adam girdi. Halk bağışta bulundu. Peygamber Efendimiz (s.a.v) adama iki parça giyecek verdi. Sonra halka tekrar, "Sadaka verin!" diye hitap etti. Derken o adam üzerindeki iki parçalık elbisesinin bir parçasını çıkarıp (sadaka olarak) verdi. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), "Benim kılık kıyafetini düşük görerek iki parça giyecek verdiğim şu adamı siz de görüyor musunuz? Sadaka verin, dediğim zaman, kendisine az önce verdiğim iki parçadan birini çıkarıp (sadaka olarak) verdi." (Resûlullah adama yönelip:) 'Elbiseni al!' dedi ve adamı (niye böyle yapıyorsun? diye) azarladı.413
Hz. Câbir (r.a) bildiriyor: Adamın biri yumurta büyüklüğünde bir altın getirip, "Ey Allah'ın Resulü, şunu bir madende ele geçirdim, bunu alın, tasadduk ediyorum! Bundan başka bir şeyim de yok" dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) (memnuniyetsizliğini ifade için) ondan yüzünü
çevirdi. Sonra adam Resûlullah'ın sağ tarafından yaklaşıp aynı şeyleri söyledi. Resûl-i Ekrem Efendimiz yine adamdan yüzünü çevirdi. Adam bu sefer sol tarafından yaklaştı, aynı şeyleri söyledi. Hz. Peygamber yine adamdan yüzünü çevirdi, sonra adam arka cihetinden yine yaklaşıp önceki sözlerini aynen tekrar etti. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz (s.a.v) onu aldı ve adama attı. Eğer değseydi canını yakacaktı. Sonra şöyle buyurdular: "Biriniz bütün sahip olduğu serveti getirip, 'Bunu sadaka olarak veriyorum' diyor ve sonra da oturup halka avuç açıyor! Hayır, sadakanın hayırlısı zenginlikten sonrakidir. "414
İmam Şa'rânî (k.s) şöyle der: "Sadaka dağıtan her zaman kendisi ve ailesi için bir şeyler bırakmalı, ihtiyaç fazlasını dağıtmalıdır."415
Ebü'l-Esved ed-Düelî (r.a) şöyle diyordu: "Eğer her elini açana yardımda bulunsak biz onlardan daha kötü duruma düşeriz."
Hasan-ı Basrî'ye sorulur: "Fakirler ve yoksullar çok arttı, kime yardım edeceğimizi şaşırdık, ne dersin?" Cevap verir: "Gönüllerinizde kendisine karşı en çok merhamet uyananlara!"

380 Buhârî, Edeb, 33; Müslim, Zekât, 16 (nr. 52); Ebû Davud, Edeb, 60 (nr.4947); Tirmizi, Birr, 45 (nr. 1970); Taberânî, Mekârimü'l-Ahlâk, nr.111;İbn Ebü'd-Dünya, İstinâu'l-Ma'rûf, nr. 7.
381 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/398; Tayâlisî, el-Müsned, nr. 31.
382 Buhârî, Rikâk, 49, 51, Tevhid, 36, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 20 (nr.67);Timizi, Kıyamet, 1 (nr. 2415).
383 İbn Mâce, Edeb, 8 (nr. 3684); İbn Ebüd-Dünya, İstinâu'l-Ma'rûf, nr.20.
384 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 349.
385 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 349.
386 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 352.
387 İbnü'l-Cevzî, Sıfatû's-Safve, 1/460; Şa'rânî, Tabakatü'l-Kübrâ, 1/32.
388 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 4/312.
389 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 63.
390 bk. Ebû Davud, Edeb, 10.
391 Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 3/110.
392 İbn Ebü'd-Dünya, İstinâu'l-Ma'rûf, nr. 22; Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s.350; Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 198.
393 Kuşeyrî, Risale, s. 249; Gazâlî, Ihyâ, 3/1812; Kimyâ-yı Saadet, s. 504;İbnü'l-Mülakkın, Tabakatü't-Evliyâ, s. 254.
394 Mâlik, Muvatîa, Sadaka, 1; Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 369.
395 Müslim, Birr, 43; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/173; Münzirî,et-Tergîb ve't-Terhîb, 3/421.
396 Sâ': Bugünkü ölçü İle 3300 kg. civarında bir ölçektir.
397 Tevbe 9/79.
393 Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 2/236.
399 Şah-ı Hazne, Mektûbât, 80. Mektup.
400 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 8823; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid,3/117.
401 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 368.
402 Tirmizî, Zekât, 26; Nesâî, Zekât. 82; İbn Mâce, Zekât, 28; Hâkim,Müstedrek, 1/408.
403 Buhârî, Zekât, 48; Müslim, Zekât, 45. Uzunca bir hadisin son bölümünden alındı.
404 Nesâî, Zekât, 51; İbn Hibbân, el-İhsân, nr. 3341; Beyhaki, es-Sünenü't-Kübrâ, 8/345.
405 Ebû Davud, Zekât, 45; Nesâî, Zekât, 23; Hâkim, Müstedrek, 1/415.
406 Buhârî, Hibe, 17; Begavî, Mesâbîhu's-Sünne, nr. 1375,
407 bk. Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 566; Gazâlî, İhya, 1/400.
408 Ebû Davud, Edeb, 16; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/38.
409 Gazâlî, ihya, 1/397.
410 Gazâlî, İhya, 1/398.
411 Ebû Davud, Zekât, 39; Hâkim, Müstedrek, 1/413.
412 Buhârî, Vesâyâ, 2; Müslim, Vesâyâ, 5-10.
413 Ebû Davud, Zekât, 39 (nr. 1675); Nesâî, Cuma, 26.
414 Ebû Davud, Zekât, 39 (nr. 1673); Dârimî, Zekât, 1666.
415 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 371.

İYİLİK ÇEŞİTLERİ

Birçok insan iyiliğin sadece mal ile olacağını zanneder ve bu sebeple pek çok hayırdan mahrum
kalır. Oysa iyilik kapıları sayılmayacak kadar çok, hayır yolları oldukça geniştir. Bizlere düşen, Allah rızâsını isteyerek, ihlâsla, sadık bir şekilde bunları kabul edip yapmamızdır. Çünkü bir amelin kabul olmasına sebep Allah'a karşı sadık olmak ve samimi bir niyetle yapmaktır. Sadakat ve samimiyetle yapılan küçük işler büyür, az işler çoğalır. Bu nedenle mümin hayırlı ameli çok yapmak istiyorsa niyetini iyi ve doğru yapması gerekir. O halde mümin, başta iyi bir niyet ve samimi bir kalple amel yapması lâzım gelir. Zira insanların yaptıkları iş genellikle birbirlerine benzer, aynı şeyleri yaparlar. Ancak niyetlerine ve maksatlarına göre birbirlerinden ayrılırlar. Bu nedenle her müminin önce niyet ve İhlasın hakikatini bilmesi gerekir. Sonra niyetinin samimiyetini amel ile doğrulamalıdır.
Ebû Müslim el-Havlânî (rah) şöyle derdi: "İyiliğin sevabından daha güzel bir şey yoktur. İyilik
yapmaya gücü yeten herkeste iyilik yapma niyeti bulunmaz. Bir kimsede hem iyilik yapma gücü hem de niyeti varsa saadet hâsıl olur. Kalplere en çok tesir eden şey iyiliktir. Ciğerleri serinleten iyilik, beklenen ve vaat edilip geciktirilmeden yapılan iyiliktir."
İyilik hem söz hem davranışlarla yapılır. Sözle olan iyilik, güzel söz, güler yüz, hoş muamele, güzel ahlâk gibi amellerdir.
Davranış ile yapılan iyilik ise bu, kendini zorlayarak yardıma koşmak, bizzat işini görmek, ihtiyacını gidermek, ihtiyaç anında yardımcı olmak gibi işlerdir.
Müminlerin emiri Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir:
"İyilik kolay bir şeydir. Güler yüz ve yumuşak söz bunu temin eder. Şiddet göstermeksizin
kuvvetli, zayıflık göstermeksizin yumuşak ol."356
Hz. İsa'nın (a.s) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"İyilik üç şeyde ortaya çıkar. Sözde, bakışta ve sükûtta. Düşünmeden söylenen söz boştur. İçinde ibret olmayan bakış faydasızdır. İçinde tefekkür bulunmayan sükût da anlamsızdır."

İYİLİKTE BEKLENTİ

İyilik, takva sahibi müminlerin bir özelliğidir. Takva sahibi kimseler hayır üzerinde olurlar, infak
ederler muhtaçlara el atarlar, sürekli iyilikte bulunurlar. Hem Allah'a itaat ederler hem de insanlara bir fayda sağlarlar. İyilik iyiliği çeker. İyiliğin sonu iyiliktir. Allah Teâlâ, "İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey değildir"357 buyurmuştur. Yeter ki iyilik, Allah rızâsı için yapılsın.
Ebû Hâzim (rah), Halife Süleyman b. Abdülmelik'e nasihat ediyordu. Ona Cenâb-ı Hakk'ın âhiret azabına dair âyetlerden okuyunca, Süleyman, "Öyle ise Allah'ın rahmeti nerede kaldı?" diye
sordu. O da, "Şüphesiz iyilik ve ihsan sahiplerine Allah'ın rahmeti çok yakındır"358 âyetiyle cevap verdi.359 Bununla, kulun ilâhî rahmeti çekecek sebeplere yapışması gerektiğini hatırlattı ve bunun başında da güzel ahlâklı olmayı zikretti.
Fudayl b. İyâz (k.s) şöyle derdi: "Biz, borç vermeyi iyilik olarak saymayız, çünkü borç veren
karşılığını bekler. Gerçekten iyilik, insanlara dünya ve âhiretle ilgili isteklerini karşılıksız yerine
getirmektir." 360
Cafer b. Muhammed (r.a) şöyle diyor: "Allah Teâlâ faizi, insanlar iyilik yapmayı engellemesinler
diye haram kılmıştır." 361
Ma'mer (rah) şöyle demiştir: "Zamanımızda yapılan iyilikler peşinden bir kötülük yapmaya
sebep edilmektedir. Öyle ki insanlar, 'Kendisine iyilik yaptığın kimsenin şerrinden korun' der
olmuşlardır. Bütün bunların sebebi, kıyamet yaklaştığı için her şeyin hakiki mâna ve mecrasından çıkmış olmasıdır."
Yine o şöyle derdi: "En çirkin iyilik, kişiyi senden utana utana istemeye mecbur bırakmandır, üstelik yapacağın iyilik de onun ihtiyacını karşılamaz. En iyisi kardeşinin durumunu araştırıp ihtiyacı olan şeyi o istemeden göndermendir."
Serî es-Sakatî (k.s) şöyle der: "İyilik gitti, ticaret kaldı. Biri kardeşine bir şey verirken benzerini o da kendisine versin diye vermektedir."362
Mâlik b. Dînâr (k.s), "İyilik ağlayarak gitti, kötülük de gülerek geldi" der ve şu mealdeki
beyitleri okurdu:
"Yaptıkları örnek alınan ve her kötü işe karşı çıkan adamlar gitti.
Geride birbirlerinin kusurlarını savunan ve birbirlerini temize çıkaran yağcılar kaldı."
Süfyân-ı Sevrî (k.s) şöyle der: "İhsan, sana kötülük yapana iyilik yapmandır. İyilik yapana iyilikle karşılık vermek ise ticaret gibidir. Yani al parayı, ver malı, der gibi bir şeydir."363
Hasan-ı Basrî (k.s) demiştir ki: "Gerçek ihsan ve iyilik, güneş, rüzgâr ve yağmur gibi herkese ait
olmalı, bazılarına özel değil."364

HERKES EKTİĞİNİ BİÇER

Hikmet sahipleri, "Herkes ektiğini biçer, işlediğinin cezasını görür" demişler. Edipler de, "Bugün ektiğini yarın biçeceksin" demişlerdir. Bu konuyu fazla uzatmadan Resûl-i Ekrem'i (s.a.v)
dinleyelim. Bir hadislerinde şöyle buyurdular:
"Günahlar unutulmaz, muhakkak cezası verilir. İbadet çürümez, sevap ve mükâfat bahşolunur.
Ceza ve mükâfatı verecek Allah ölmez. Böyle noksanlıklardan münezzehtir. Öyle ise ey mükellef, istediğin işi yap. Karşılığını (İyi veya kötü) göreceğine emin ol."365
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Kötülük işleyen lâyık olduğu cezayı görecektir."366
Hz. Ebû Bekir (r.a), Kâinatın Efendisi'ne (s.a.v), bu âyet-i kerîme için,
"Aman ey Allah'ın Resulü! Bu âyette ne kadar dehşet var" deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v),
"Ey Ebû Bekir, dünyada karşılaşılan kaza ve belâlar da kötülüklere karşı cezadır"367 buyurmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm fesatçı, arabozucu ve münafıkları anlatırken onların bu işi bir alışkanlık halinde sürekli yaptıklarını belirttikten sonra, "Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir"368 buyuruyor.
Müfessirler bu âyet üzerinde farklı açıklamalar yapmışlardır: Bazıları, iki azabın biri dünyada
rezalet, diğeri âhirette kabir azabıdır, demiştir. Kimi de, biri dünyada mal ve evlâtlarının başına
gelen kaza ve belâlar, diğeri âhirette ateşte görecekleri zahmet ve sıkıntılardır, demiştir. Bazıları şöyle düşünebilir: Fenalık ve hıyanetleri her yanı sarmış nice kötü huylu insanları görüyoruz ki kötülükleri arttığı gibi mal ve varlıkları da artıyor. Makam ve rütbeye kavuşuyor. Onların dünyadaki cezaları bu mu? Ebü'l-Hasan el-Mâverdî buna şöyle cevap verir:
"Sen onların nail oldukları varlıklarla, kavuştukları o yüksek makam ve rütbeyi haklarında nimet mi zannediyorsun? Büyük hata ediyorsun. Hayır, onlar için bu debdebeler, bu tantanalar, bu şaşaalar (hâsılı bütün bu göz kamaştırıcı şeyler) nimet suretinde gözüken büyük belâ ve musibetlerdir. Ve felâkete adım adım yaklaşmadır. Zamanı gelip aşağı doğru yuvarlandıklarında ölümle kurtulamayacaklardır. Ve böylece nimet zannettiklerinin nimet olmayıp belânın tâ kendisi olduğunu anlayacaklardır."369
Onun için Ukbe b. Müslim'in (r.a), rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kulların kötülükte devam etmelerine rağmen Allah tarafından (her) istediklerinin verildiğini görürseniz emin olun ki bu hal haklarında nimet değil (Hak'tan uzaklaşarak başlarına gelecek) felâkete adım adım yaklaşmadır. Bunun için o aslında bir musibettir."370
Ve delil olarak da hemen Kur'an'dan şu âyeti okumuştur:
"Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler."371
Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de herkesi şöyle uyarır: "İyi iş yapan kendine iyilik etmiş olur. Kötülük yapan da kendine etmiş olur."372
Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî'ye, "Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre
miktarı şer işlemişse onu görür"373 âyet-i kerîmesi sorulduğunda, şöyle demiştir:
"Kâfir olan bir kimse hayırdan zerre miktarı bir iş yapsa karşılığını dünyadan ayrılmadan önce
kendisinde veya ehlinde yahut malında bulur. Karşılığını dünyada görmesi kendisi için bir hayır
değildir.
Mümin kişi de zerre kadar bir kötü iş yapsa âhirete gitmeden onun cezasını kendisinde, ehlinde veya malında görür. Böyle olması kendisi için şer değildir."
374
Sahabeden Hakîm b. Hizam (r.a) şöyle anlatıyor: Allah Resûlü'ne (s.a.v) geldim ve, "Ey Allah'ın
Resulü, benim câhiliye devrinde yaptığım hayırlar var. Dua, köle azat etme, sadaka vermek gibi. Bana bunlardan bir sevap gelecek mi?" diye sordum; Allah Resulü (s.a.v), "Sen zaten, yaptığın bu iyiliklerin bir hediyesi olarak müslüman oldun"buyurdu. 375

Ben Kimseye İyilik ve Kötülük Yapmadım

Hz. Ali (r.a), bir defasında, "Ben hiç kimseye asla iyilik ve kötülük etmedim" dedi. Orada bulunanlar bu söze hayret ettiler ve, "Ey emîrü'l-müminin, sizden hiç kimseye karşı bir
kötülük meydana gelmiş değil, ama iyilik için ne buyurursunuz?" diye sorduklarında, şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ, 'Salih (iyi) amel eden kendine, kötülük eden kendine etmiş olur"376 buyurdu.
O halde benden meydana gelen her iyilik ve kötülük, aslında benim içindir ve banadır, başkasına
değil."377
Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî (k.s) anlatıyor:
"Birtakım büyüklerle bir gemiye binmiştim. Bindiğimiz geminin arkasında bir kayık battı ve iki
kardeş bir girdaba düştü. Birlikte bulunduğum büyüklerden biri gemiciye,
"Bu her iki kardeşi kurtar, sana 100 dinar vereyim" dedi. Gemici yalnız birini kurtarabildi, ötekisi boğulup öldü. Ben, bu durumu görünce, "Demek Ömrü bu kadarmış; eceli gelmiş ki onu kurtarmakta geciktin" dedim. Gemici güldü ve şöyle dedi: "Dediğin doğrudur. Fakat ben ilk önce bunu kurtarmak istedim. Çünkü bir vakitler çölde kalmıştım. Bu beni deveye bindirdi. Ötekisi ise bana kamçıyla vurmuştu. Ondan dayak yemiştim."378 Sonra ben dedim ki: Cenâb-ı Hak ne kadar doğru buyuruyor:
"İyilik eden kendisine iyilik etmiş olur. Fenalık eden de yine kendisine kötülük yapmış olur."
379

356 Gazâlî, Ihyâ, 3/1564.
357 Rahman 55/60.
358 A'râf 7/56.
359 Gazâlî, İhya, 2/911; Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, 159; Bursevî, Ruhu'l-Beyân, 1/119.
360 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 350.
361 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 1/497; Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s.349;Abdülmecid Hânî, el-Hadâiku'l-Verdiyye, s. 38.
362 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 350.
363 Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s.253.
364 Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 253.
365 Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 900.
366 Nisa 4/123.
367 Müslim, Birr, 14 (nr. 2574); Tirmizî, Tefsîr, Nisa, nr. 3039.
368 Tevbe 9/101.
369 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, 149.
370 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/145; Taberânî, el-Mu'cemü't-Evsat, nr.9268; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 4540; İbn Ebü'd-Dünya, Kitâbü Şükr, nr. 32.
371 En'âm 6/44.
372 Fussılet 41/46.
373 Zilzâl 99/7-8.
374 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 3/213.
375 Buharı, Zekât, 24, Büyü ,100, ltk, 12, Edeb, 16; Müslim, İmân, 55 (nr.194-195).
376 Câsiye 45/15.
377 Şa'rânî, Tenbîhü't-Muğterrin, s. 81.
378 bk. Şeyh Sa'dî, Gülistan, s. 77 {tercümesi, s. 62).
379 Fussılet 41/46.

İYİLİK


Birr(iyilik), iman, ibadet ve ahlâka ilişkin bütün iyilikleri ifade eden bir terimdir.
Birr, insan vicdanını huzura kavuşturan, ruh dünyasını aydınlatan ve geliştiren her türlü iyilik ve güzellikleri kapsayan bir terimdir. Birr, bütün hayırların en tam şekli, takva ise bütün serlerin terkedilmesi ve bir daha yapılmamasıdır. Birr, bol bol iyilik etmek, hayır işlerinde geniş
olmak demektir. Birr, bütün taat sayılan, yani Allah'a saygı ifade eden davranışlar ve insanı Allah'a yaklaştıran hayırlı işleri içerisine alan bir kelimedir. Birr, Allah'a karşı saygılı olmak, insanlara karşı iyi davranmak ve iyilik yapmaktır. Birr ve takva birbirlerini tamamlayan iki ahlâkî faziletlerdir. İyilik, müslümanların gerek kendi aralarında gerekse diğer insanlara karşı güzellik ve adaletle davranmaları demektir. İyilik müslümanın Allah'a karşı olan görevlerini ifa
etmektir. İyilik, insanın işlediği sâlih amellerin bütünü demektir. İyilik takvanın kendisidir. Allah'ın emrine uyup, ilâhî murakabeyi yakînen kavramaktır. İyilik, gerek söz gerekse davranışla insanların iyilik ve mutluluğunu, dirlik ve düzeni için çalışmaktır. İyilik, ferdin ve toplumun hayatını düzenleyen amellerdir. Ameller Allah'ın istediği ölçüler dâhilinde yapılırsa işte o zaman iyilik gerçekleşir. Fahreddin er-Râzî birri, "Bütün saygılı davranışları ve insanı Allah'a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelime" şeklinde tarif etmiştir.345
Birr kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, Allah'ın emir ve rızâsına uygun şekilde malî yardımlarda bulunma, namaz ve zekât ibadetlerini yerine getirme, sözleşmelere riayet etme, en zor ve sıkıntılı zamanlarda bile sabırlı ve metanetli olma gibi mânalarda kullanılmıştır. Şu halde birrin muhtevası iman, ibadet ve ahlâka dair bütün iyi
hasletleri kapsayacak genişlikte bir kavramdır.
Resûl-i Ekrem'e, "İyilik nedir?" diye sorulduğunda şu âyet-i kerîmeyi okumuşlardır:346
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, Allah'a, âhiret gönüne, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden (Allah'ın rızâsını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan infak eden, namazı kılan ve zekâtı veren, antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenlerdir. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlar ve işte Allah'tan
korkup kötülüklerden sakınanlar bunlardır."
347
Görüldüğü gibi âyette açık bir şekilde "iyilik" hem imanı hem de bütün güzel ve iyi amelleri içine
almaktadfr. Âyetten anlaşılan bir diğer husus ise iyiliğin sıdk ve takvayı da içine almasıdır. Diğer bir ifadeyle birr, takva sahibi insana has bir fazilettir. Ayrıca birr, başta İslâm'ın inanç esaslarını kabul etmek, sonra da ihtiyaç sahiplerine malî yardımlarda bulunmak ve ahlâka ait bütün iyi huyları kapsayacak genişlikte bir kavram olarak zikredilmiştir.
Hz. Peygamber'e (s.a.v), "İyilik ve kötülük nedir? diye sorulunca, Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İyilik, kalbin huzur bulduğu, rahat ettiği şeydir; kötülük ise kalbi tırmalayıp rahatsız eden şeydir."348
Peygamber Efendimiz (s.a.v) başka bir hadiste, "Birr ahlâk güzelliğidir"349 buyurmuştur.
İYİLİK YAPARKEN

Müminlerin bir güzel ahlâkı da herkese iyilik yapmaları, insanları sevindirmek için can atmalarıdır. Bu hususta kardeşlerini kendi nefislerine tercih etmeleridir. Kerem ve ihsan sahipleri, başkalarına bir iyilik yaptıkları zaman, bundaki niyetleri Allah Teâlâ'nın rızâsını kazanmak olmalıdır. Karşıdaki şahıstan bir karşılık beklememeli, yaptığı iyiliğin mükâfatını
sadece Allah Teâlâ'dan beklemelidir.
Mümin, iyilik yaparken karşısındaki insanın bu iyiliğe lâyık olup olmadığına bakmayıp, önüne gelen iyiliği gücü nisbetinde yapmaya çalışmalıdır.
Huzeyfe (r.a) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Sakın sizden kimse kalkıp da, 'Ben insanlara göre davranırım; eğer insanlar iyilik yaparsa ben de iyilik yaparım, kötülük yaparsa ben de kötülük yaparım' demesin. Aksine, nefsinizi şuna alıştırın: Halk size iyilik yapınca siz de iyilik yapın, kötülük yaparsa siz onlara kötülükle karşılık vermeyin (kendilerini affedin ve iyilik yapın)."350
Hz. Ali (r.a) bu konuda şöyle demiştir: "Karşındaki iyilik bilmez biri de olsa sen iyilik yap! Zira böyle bir iyilik, yarın mizanda mukabilinde teşekkür edilen iyilikten daha ağır basar."
Şu söz de onun: "İyiliğinize nankörlük edenlerin hali sizi iyilik yapmaktan soğutmasın. Çünkü biri yaptığınız iyiliği anlamazsa, bir diğeri anlar. Siz iyilik yapmaya devam edin."351
Şair Hutay'e der ki: "İyilik eden mükâfattan mahrum olmaz. Allah için yapılan iyilik zayi olmaz. Şüphesiz mükâfatı görülür."
Esma b. Hârice demiştir ki: "Benden bir ihtiyacını isteyen hiç kimseyi boş göndermek istemem. Eğer o, şerefli bir kimse ise onun şerefini korumuş olurum (başkasına gidip de yüzsuyu dökmez). Şayet benden bir şey isteyen kimse adi bir kimse ise (onun ihtiyacını görerek) kendi şerefimi korumuş olurum."352
Büyük velî Yahya b. Muâz (k.s) şöyle derdi: "Bir müslüman şu üç hususta senden emin olsun: Bir müslümana faydalı olamıyorsan, bari zararın dokunmasın. Onu sevindiremiyorsan, bari onu üzme. Onu methedemiyorsan bari onu kötüleme."353
Ali b. Muhammed (rah) derdi ki: "İnsanların kalplerini kazanmayı, onları hoşnut ve razı etmeyi
isteyerek herkese iyilik et. İyilikten ayrılma. Bu yolda insanlara hizmetin devamlı olsun. Çünkü insan, iyiliğin kölesidir. Sana bir sıkıntı ve zarar gelirse sen bunu yapanlara karşı gücün yettiğinde affedici ve hatalarını görmeyici ol."
Muhammed b. Münkedir (rah), tabiînden Muhammed b. Suka'ya (rah), "Yâ Ebû Abdullah! Sana
en hoş gelen amel hangisidir?" diye sordu. Muhammed b. Suka da, "Mümini sürura boğmaktır"
dedi. "Ondan sonra hangisidir?" diye sordu, "Kardeşlere ikram etmektir" dedi.
Mürüvvetsiz eşek arısına demişler ki: Bal vermiyorsun, bari kimseyi sokma.354
Benim Halim Senden Sual Edilebilir

Bir köylü Hz. Ömer'in (r.a) huzuruna gelerek, "Ey hayır sahibi Ömer! Allah Teâlâ seni cennetle
mükâfatlandırsın. Kızlarım ve anneleri için giyecek bir şeyler istiyorum. Zamanın ağır şartlarına karşı bize kalkan ol. Bunları Allah rızâsı için yap!" diye bazı beyitler okudu.
Hz. Ömer, "Eğer bu arzularını yerine getirmezsem ne olur?" deyince, "O zaman ümitsiz olarak dönüp giderim" dedi. Hz. Ömer, "Gidersen ne olur?" diye sordu. Köylü, "Sen müslümanların halifesisin. Herkesin iyilik ve fenalıkları toplanıp, ihsanda bulunanların durağının cennet, ihsanda bulunmaktan kaçınanların gideceği yerin de cehennem olduğu gün, benim halim senden sual edilebilir" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, sakalları ıslanıncaya kadar ağladı ve yanında bulunan
bütün malını o kimseye hediye etti.355

345 Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, 2/213 (Beyrut 1994).
346 bk. Kurtubî, el-Câmİ iİ'Ahkâmi'l-Kur'ân, 1/223; Süyûtî,ed-Dürrü'l-Mensûr,1/411.
347 Bakara 2/177.
348 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 295; Tirmizî, Zühd, 55; Beyhakî, Şuabü'l İmân, nr. 7995; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 5163.
349 Müslim, Birr, 5; Tirmİzî, Zühd, 52; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr.5072.
350 Tirmizî, Birr, 63 (nr. 2007); Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5129.
351 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 296.
352 Kuşeyrî, Risale, s. 248.
353 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/340; İbnü'l-Mülakkın, Tabakatü'l-Evliyâ,s.322; Semerkandî, Tenbîhu'l-Gâfilîn, s. 79; Kuşeyrî, Risale, s. 158.
354 Şeyh Sa'dî, Gülistan, s. 291 (tercüme, s. 183).
355 Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 35823; Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 293.

MERHAMETİN ÖNEMİ ve FAZİLETİ


Kur'an ve hadisler, insanları merhametli, şefkatli, cana yakın, hoşgörülü olmaya davet eder.
Merhametsizliği ve özünde merhametsizliğin bulunduğu zulmü, gaddarlığı, işkenceyi ve haksızlığı şiddetle yerer. Merhametsizlik pek çok kötülüğün kaynağı ve sebebidir.
Müslümanlar birbirlerine karşı merhametli olmak zorundalar. Yüce Allah müminlerin birbirlerine karşı çok merhametli olduklarını ifade etmiştir.320 Diğer bir âyette ise müminlerin birbirlerine merhameti tavsiye ettiklerini beyan buyurmuştur.321
İnsanî duyguların en seviyeli, en yücesi, en değerlisi merhamet ve şefkat olduğu gibi, en kötüsü de merhametsizlik ve acımasızlıktır. Hz. Peygamberi çocukları severken gören ve bunu yadırgayan bir kişiye Resûlullah (s.a.v), "Allah merhamet hissini yüreğinden çıkarmışsa ben ne yapayım"322 demişti.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a), Allah Resûlü'nün (s.a.v) şöyle buyurduğunu haber verir: İnsanlara merhametle davranmayana Allah Teâlâ merhamet etmez,"323
Diğer bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Merhamet, ancak şakinin (ebedî hüsrana uğrayanın) kalbinden çıkarılır”.324
"Merhamet ediniz ki merhamet olunasınız. Affedip bağışlayınız ki siz de bağışlanasınız."325
Ebû Hüreyre'nin (r.a) bildirdiği hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem {s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizden öncekiler arasında bulunan biri, yolda atılmış bir dikene rastladı. Kendi kendine, vallahi
müslümanlara eziyet vermemesi için bu dikeni yoldan alacağım, dedi. Allah Teâlâ bu yüzden onu af ve mağfiret etti."326
İbn Ömer'in (r.a) rivayet ettiği hadis-i şerifte, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
"Bir kadın, bir kedi yüzünden azaba uğradı. O kadın, kediyi bağladı. Ölünceye kadar aç bıraktı. O
kedinin yüzünden cehenneme girdi."327
Ebû Hüreyre'nin (r.a) bildirdiği hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem buyurdular ki:
"Cennete merhametli kimseden başkası girmeyecektir."328
Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
"Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzûndekilere karşı
merhametli olun ki semada bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahîm (akrabalık bağı) rahmân'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa Allah da ondan (rahmet bağını) koparır."329
Peygamberimiz'e (s.a.v) bir kadın geldi. Yanında iki çocuk vardı. Peygamber Efendimiz'den bir şey istedi. Resûluliah Efendimiz (s.a.v) ona üç hurma verdi. Kadın çocuklarına birer tane verdi. Çocuklar, bunları yiyip bitirince annelerine baktılar. Kadın kalan hurmayı da ikiye bölüp yarısını birine, yarısını diğerine verdi. Bu manzarayı gören Peygamber Efendimiz (s.a.v),
"Allah Teâlâ, çocuklarına merhameti sebebiyle, o kadına merhamet etsin"330 buyurdu.
Biri Muâz b. Cebel'e (r.a), "Bana öğüt ver" deyince, Hz. Muâz, "Merhametli ol ki ben de senin cennete girmene kefil olayım" dedi.331
Ebû Süleyman-ı Dârânî (k.s) şöyle derdi: "Allah Teâlâ'dan razı olmak ve O'nun kullarına merhamet etmek, peygamberlerin ahlâkındandır."
Ebû Abdullah el-Mağribî (k.s) şöyle derdi: "Günahkârlara merhamet gözüyle bakmayan
yoldan çıkmış olur."332
MERHAMET TİMSALLERİ

Hz. Peygamber (s.a.v), "Ümmetimin abdalları (erenleri), çokça namaz kılmaları veya çokça oruç tutmaları sebebiyle cennete girecek değillerdir. Fakat onlar, herkese karşı temiz kalpli, cömert gönüllü ve bütün müslümanlara karşı merhametli olmaları sebebiyle cennete gireceklerdir"333 diye buyurmuşlardır.
Ebû Bekir-i Sıddîk da (r.a) sahâbe-i kiramın (Allah hepsinden razı olsun) en merhametlisi ve
sehavetlisiydi. Geceleri sabaha kadar âsi ve günahkâr kulların affı için gözyaşı döker, gündüzleri de elinde avucunda ne varsa hepsini yoksullara dağıtır, malî yardımda bulunurdu. Müsait zamanlarında da hastaları, dulları, yetimleri ziyaret eder, ihtiyaçlarını giderir, gönüllerini alırdı. Bedeninin zayıflığına rağmen o, bu hizmetleri, derin merhamet ve sehavet ölçüsünde değerlendirmesini bilirdi.
Ebû Osman el-Hîrî (k.s) halka vaaz etmeye başlayınca, şeyhi Ebû Hafs (k.s),
"Seni onlara vaaz etmeye sevkeden şey nedir?" diye sordu. Ebû Osman şu cevabı verdi:
"Onlara olan şefkatim. Onlara o kadar acıyorum ki hepsine bedel beni cehenneme atsalar buna
razıyım."334
Bâyezid-i Bistâmî (k.s) halka olan merhametini şöyle dile getirirdi: "Allahım, beni cehenneme at ve vücudumu o kadar büyüt ki orada başka birine yer kalmasın!"
Ondan önce Hz. Ebû Bekir (r.a) şöyle demiştir:
"Yâ Rabbi! Muhammed ümmeti yerine beni cehenneme at ve vücudumu öyle büyüt ki benden
başka kimseye yer kalmasın."335
Büyük velîlerden Ma'rûf-i Kerhî (k.s) bir günahkârı gördüğünde onun bağışlanması için dua eder, rahmet diler ve şöyle derdi:
"Allah Teâlâ Hz. Muhammedi (s.a.v) İnsanların kurtulması ve rahmete mazhar olmaları için
peygamber olarak göndermişken; şeytanı da (Allah lanet etsin) onları helak etmek, lanetine uğratmak için göndermiştir."
336
Ömer b. Abdülaziz (rah) evinin çevresinde konaklayan arkadaşları geceleyin uyuduklarında
kendilerine hissettirmeden sabaha kadar eşyalarına bekçilik yapardı. 337
Onların Hesabı Benden Sorulacak

Eslem (r.a) şöyle anlatır: Hz. Ömer halife iken, Medine'de her zamanki âdeti üzerine, gece şehri
dolaşıyordu. Ben de onunla idim. Dolaşırken, şehir kenarında kurulmuş çadırda bir kadın ve ağlaşan çocukları gördük. Çadırın önündeki ateşin üzerinde kaynayan bir tencere vardı. Ömer (r.a) kadına hitaben, "Ey hatun, bu çocuklar niçin ağlaşırlar?" dediğinde kadın, "Açlıktan" cevabını verdi. O zaman Hz. Ömer, "Peki bu kaynayan tencere nedir?" diye sordu. Kadın,
"Onda su ve taşlar vardır, çocukları onunla avutarak uyutmaya çalışıyorum" dediğinde, Ömer (r.a) şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı ve kadına, "Bize biraz izin verin geleceğiz" dedi. Doğruca beytülmâle (hazineye) gittik. Bir çuval un, et, yağ, hurma, elbise, para koydu ve,
"Ey Eslem! Çuvalı sırtıma yükle" dedi. Ben, "Ey müminlerin emiri! Ben sizin hizmetçinizim.
Ben götüreyim" deyince Hz. Ömer, "Hayır, yâ Eslem! Benim taşımam lâzım. Çünkü kıyamet günü onların hesabı benden sorulacak" dedi ve çuvalı yüklendi. Eve kadar kendisi götürdü. Kadının evine varınca çuvalı yere koydu, İçindekilerini çıkardı, kaynayan tencereye boşaltıp içine yağ, un, et koydu ve karıştırdı. Ateşi üfleyerek yaktı. Ateşi üflerken, mübarek sakalları arasından dumanların çıktığını gördüm. Yemek pişince, çocuklara yedirdi, içirdi. Nihayet çocuklar doyup neşelendiler. Sonra Ömer (r.a), "Şimdi gidelim yâ Eslem" dedi. 338
Enes b. Mâlik (r.a) şöyle nakleder:
"Hz. Ömer (r.a) bir gece devriye gezerken, bir kafilenin konakladığını görür ve onlara karşı hırsızlık yapılmasından endişe eder. O esnada Abdurrahman b. Avf ile karşılaşır ve der ki:
'Ey müminlerin halifesi! Gecenin bu saatinde seni buraya getiren nedir?' 'Gece devriye gezerken konaklamış bir kafileye rastladım. Gece uyuduklarında hırsızların eşyalarını çalmasından korktum. Gel beraber onların eşyalarını bekleyelim!' Kafiledekilere yakın bir yere otururlar ve onlara bekçilik yaparlar. Fecir doğup sabah namazı vakti girince Hz. Ömer (r.a) şöyle seslenir: 'Ey kafiledekiler, namaz vakti!' Yolcuların kalkmaya başladığını görünce yanlarından ayrılırlar."
İnsanlara Merhameti Az Olan Vali Olamaz
İmam Mâlik (rah) şöyle nakleder: "Ömer b. Hattâb (r.a), halifeliği zamanında Şam civarındaki şehirlerden birine, vali olarak birini göndermek istedi. O zat tayin emrini almak için küçük çocuğu ile Hz. Ömer'in huzuruna çıktı. Hz. Ömer, o çocuğu kucağına alarak öptü. Bunu gören vali adayı, "Ey müminlerin emiri, çocuğu kucaklayıp öptünüz. Halbuki benim birkaç evlâdım olduğu halde, şimdiye kadar hiçbirini öpmedim" deyince Hz. Ömer, "Demek sen çocuğuna bile şefkat ve merhamet ile davranmayan bir kişisin. O halde insanlara karşı merhamet ve şefkatin de az olur" diyerek tayin emrini geri aldı ve, "Emri altında olanlara merhameti olmayan kişiden vali olmaz" dedi.339
GÜLER YÜZ ve GÜZEL MUAMELE

Müminlerin güzel ahlâkından biri de mümin kardeşlerine karşı güler yüzlü, tatlı sözlü, samimi ve
sıcak olmalarıdır. Bu kalpteki Allah sevgisinin yansıması, imanın gereği ve merhametin ortaya
çıkmasıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v), müminlerdeki bu ahlâkın faziletini şöyle belirtmiştir:
"İki mümin karşılaşıp musafaha ettikleri (tokalaştıkları) zaman, üzerlerine yüz rahmet iner.
Doksan rahmet içlerinde en güler yüzlü ve cana yakın davranana verilir, onu da diğerine verilir."340 Bu Allah'ın bir lutfudur. O, kendisi için yapılan bir sevgiyi ve ilgiyi zayi etmiyor, ona sevap veriyor. Mümin, birine verdiği selâmdan, sorduğu hatırdan da mükâfat alıyor.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizler, mallarınızla insanları hoşnut edip gönüllerini alamazsınız, onlara güler yüz ve güzel
ahlâkınız ile muamele edin.341
Ebû Zer'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ey Ebû Zer! Mâruftan (iyilik) hiçbir şeyi hakir görme, hatta bir kardeşini güler bir yüzle karşılaman bile (basit bir şey değildir). Yemek için bir tencere kaynattığın zaman suyunu çok koy ve ondan komşuna da ver."342
Güleryüz, gülleri açmış bir bahçe gibidir. Seyredenlere bir güzellik verir. Özellikle aile hayatında güleryüzün önemi inkâr edilemez. İnsan evindeki huzuruna göre topluma huzur katar. Evinden güleryüzle uğurlanmış bir erkek, sabahtan akşama kadar etrafındakilere tebessüm saçar. Bir gülümsemenin pek çok boşanma teşebbüslerini önlediğine hepimiz şahit olmuşuzdur. Asık surat, sert söz yuvaları çekilmez hale getirir. Samimiyeti kaldırır. İnsanların kalplerini karartır. İyi
fikirler beslemekten uzaklaştırır. Müslüman güler yüzlü, tatlı dilli olmalıdır. Çünkü peygamberimiz {s.a.v) kimseye karşı yüzünü ekşitmemiştir. Herkese mütebessim davranmıştır.
Mütebessim olmakla çok dostluklar elde etmiş oluruz. Gönüllere taht kurarız. Günahkâr da olsa
herkese iyi davranmamız gerekir. Kendimizi sevdiremediğimiz insanlara inancımızı hiç sevdiremeyiz.
Hz. Ali (r.a) ne güzel söylemiş:
"Öyle bir ömür geçirin ki düşmanlarınız bile ölümünüze ağlasınlar."
Hz. İsâ (a.s) irşad ediyor, yahudiler de ona kötü sözle mukabele ediyorlardı. Biri İsâ aleyhisselâma dedi ki: "Onlar sana çirkin sözler söylüyor, sen ise onlara dua ediyorsun."
Hz. İsâ cevap verdi: "Canı olan gönül sahibi, içinde nesi varsa onu harcar..."343
Evet, herkes malını satar. İnsanda iyilik varsa iyilik gösterir. İçi kin ve nefretle dolu ise kötü davranır. Yüzümüz de sözümüz de güzel olmalıdır. Çünkü biz şefkat ve merhamet peygamberinin ümmetiyiz. Böyle olmak bize çok şey kazandırır.
Vüheyb b. Verdin (k.s) bir sözü: "İnsanları idare etmesini bilmeyen İmanın tadını alamaz."
Muhammed b. Fazl (k.s) düşmanları ile birlikte oturur, kendilerine tatlı sözler söyler ve onlarla beraber yemek yemeleri için ısrar ederdi. Bu davranışı eleştirenlere şöyle demiştir:
"Onların düşmanlıklarının ateşini söndürmek için böyle davranıyorum!"
İbn Abbas (r.a) şunu nakletmiştir:
"Allah Teâlâ Hz. Musa'ya şöyle vahiyde bulunmuştur: 'Ey Musa, mahlûkatımdan en kızdığım
kişi kalbi kibirli, dili kaba, eli cimri ve huyu kötü olandır."
Allah Teâlâ Hz. Davud'a şöyle vahyetmiştir:
"Ey Davud! Sana haksızlık yapana karşı saldırgan olma, sonra sana olan yardımımı keserim."
Şeyh Efdalüddin (k.s), birinin kendisinden hoşlanmadığını, kendisini eleştirdiğini duyduğunda
şöyle derdi: "Demek ki bu zatın kalbi benim eksikliklerimi farkederek, Rabbim'e karşı hile yapacak çirkinlikleri sakladığıma nüfuz edecek kadar nurlu imiş!
Yine bu zatlardan herhangi biri, müslümanlardan birini sevmeyen nefsiyle tartışır ve, Kardeşinden hoşlanmamanda haksızsın, onun davranışlarını niye iyiye yormuyorsun?"
Evet, geçmiş büyüklerin hepsi bu şekilde yükselmişlerdi. Onlar her olayda yüksek makam ve
haller iddiasında bulunan nefislerini kınar, kendi benliklerini sorumlu tutarlardı. Söz gelimi herhangi biri nefsine şöyle seslenebiliyordu: "Farzet ki gösteriş ve riyakâr olduğunu yüzüne vururken sana karşı yalan söyledim, ama seni, falanca yabancının bu sıfatlarla anmasına ne diyeceksin? Elinde bir belge olmadıkça onun da yalan söylediğini iddia edemezsin, oysa elinde böyle bir belge de yoktur."
Mâlik b. Dînâr (r.a) anlatıyor: "Bir yıl sürekli nefsimle didişip durdum, o ihlâslı olduğumu iddia ediyor, ben de yalan söylediğini belirtiyordum. Derken bir gün Basra sokaklarında dolaşırken bir kadının diğer bir kadına, 'Hişt, riyakâr bir adamı görmek istiyorsan işte bu o, Mâlik b. Dinar'dır,
ona bak' dedi. Ben bunu duyunca nefsime karşı zafer kazandığım için çok sevindim, kendisine döndüm ve, 'Ey nefis! Çirkin lakabını işte bu sâliha kadından duy' dedim." Bu olaydan sonra Mâlik b. Dînâr (r.a) hep şöyle derdi: "Riyakâr bir adama bakmak isteyen bana baksın!"
Bir velîye "Daima halkı güler yüzle karşılıyorsun" dediklerinde, "Az bir şeyle belâyı defetmek güçtür, ama güler yüzle dost kazanmak kolaydır" demiştir.
Bir hikmet sahibi der ki: "Oğulcağızım, iyilik pek kolaydır; güleç bir yüz, tatlı ve yumuşak söz."
Hz. Ali (r.a), "Yumuşak huylunun yumuşaklığı yüzünden ilk kazancı, bütün insanların kendisine
yardımcı olmasıdır" derdi. Yumuşaklık, "insanı kin ve öfke heyecanından alıkoyandır" diye tarif edilmiştir. Bu da insanları gerçekten yükselten birtakım sebeplere bağlıdır: insanları yücelten sebeplerden birincisi cahillere merhamettir. Bunun kaynağı kalp inceliği ve gönül yufkalığıdır.
Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî (k.s) sohbetlerinde, insan aynen bir köprü gibi olmalı, der ve eklerdi: "Nasıl ki herkes, iyi kötü, zalim, fena bütün millet gelir, köprüden geçer de köprü hiç ses çıkarmadan, daralmadan hepsinin geçmesine müsaade ederse, insan da işte bu köprü misali, herkesle iyi geçinmeli, muhatabı ister zalim, ister münafık, ister hırsız, isterse fâsık olsun idare edip iyi geçinmelidir."344
Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî (k.s) ne güzel demiş: "Arkadaş! Yumuşaklıkla düşmanın derisini bile yüzebilirsin. Sert muamele ise dostu dahi düşman eder. Örs gibi katı yüzlülük eden herkes, kafasına muhakkak çekiç yer."

320 bk. Feth 48/29.
321 bk.Beled 90/17.
322 Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fezâil, 15; Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 90.
323 Buhârî, Tevhid, 2, Edeb, 27; Müslim, Fezâil, 15 (nr. 66); Tirmizî, Birr, 16 (nr. 1922); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/40.
324 Ebû Davud, Edeb, 58 (nr. 4942); Tirmizî, Birr, 16 (nr. 1923); Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, 2/539; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 11051;Tebrîzî,Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4968.
325 Buhârî, Edebü'i-Müfred, nr. 380; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 11052;Taberânî,Mekârimü'l-Ahlâk, nr. 47; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/97.
326 Buhârî, Ezan, 32, Mezâlim, 28; Müslim, Birr, 36 (nr. 127), İmaret, 51 (nr.164);Ebû Davud, Edeb,160 (nr. 5245); Tirmizî, Birr, 38; İbn Mâce, Edeb, 7;Mâlik,Muvatta, Saiâtü'i-Cemâat, 2 (nr. 6); Ahmed b. Hanbei, el-Müsned, 2/304.
327 Buhârî, Enbiyâ, 54; Müsâkât, 9/ Edebü'l-Mûfred, nr. 379; Müslim,Selâm,40, Birr, 37; İbn Mâce, Zühd, 30 (nr. 4256); Ahmed b. Hanbel,el-Müsned,
2/269; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 546; Deylemî, Firdevsü'l-Ahbâr,nr.2881; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/356 (nr. 1289).
328 Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 11059; Ali e!-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr.5974.
329 Tirmizî, Birr, 16 (nr. 1924); Ebû Davud, Edeb, 58 (nr. 4941).
330 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 89; Müslim, Birr, 46; Hâkim,el-Müstedrek,4/176; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 11020
331 Gazâlî, İhya, 3/2167.
332 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğtemn, s. 182.
333 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 10390; Deylemî,Firdevsü'l-Ahbâr, nr.2899; Süyûtî, el-Hâvîü'l-Fetâvâ, 2/247; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/25.
334 Kelâbâzî, et-Taarruf, s. 145; Mevlânâ Safî, Reşehât, s. 207.
335 Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 8/441.
336 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 184.
337 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 183.
338 Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 35978.
339 bk. Buhârî, Edebü'I-Müfred, nr. 99.
340 Bezzâr, Müsned, nr. 2003; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 8/37; Süyûtî,Câmiu's-Sagîr, nr. 487.
341Tirmizî, Birr, 58; Hâkim, el-Müstedrek, 1/124; Ebû Yala, Müsned,nr.6550; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 8/22; Taberânî, Mekârimü'l-Ahlâk, nr.18; İbn Ebü'd-Dünya, İstinâu'l-Ma'rûf, nr. 42.
342 Tirmizî, Et'ime, 30 (nr. 1833).
343 Gazâlî, Ihyâ, 3/1668.