4 Aralık 2007 Salı

ALLAH DOSTLARININ MERHAMETİ

Sâlihlerin ve sûfîlerin güzel bir ahlâkı da iyi kötü ayrımı yapmadan tüm müslümanlara ve hayvanlara karşı pek şefkatli davranmaları, kimseyi dinî yaşantısından dolayı kınamamalarıydı. Bu, onların en yüce ahlâklarından biriydi. Bunun gereğini de Allah'ın basiretini açtığı kişi yerine getirebilir.
Hak âşıkları Allah Resûlü'nün (s.a.v) vârisidir; bunun için onun ahlâkını en üst seviyede onlar yaşar. Onlar, Peygamber Efendimiz'den (s.a.v) onun rahmet ahlâkını miras olarak almışlardır. Bunun için bütün insanlara rahmet olmayı, fayda vermeyi düşünürler. Onları kendi nefisleri gibi hayır ve hizmete lâyık görürler. İnsan seçimi yapmazlar. Allah için ellerinden ne geliyorsa onu yaparlar. Yaptıklarını az bulurlar. Başa kakmazlar. Zaten tasavvuf da iki temel üzerine kurulmuştur: Allah'ın buyruklarına saygı, yaratıklarına şefkat.
Ebû Saîd el-Harrâz (k.s) müridin niteliklerini şöyle sıralar:
"Mürid iradesinde samimidir. Üzerinde galip olan his; rikkat, şefkat, lütufkârlık ve fedakârlıktır. Kimden gelirse gelsin bütün sıkıntılara katlanır. Öyle ki Allah'ın kulları için yer olur, üzerine basarak yürürler. Yaşlılar için hayırlı bir evlât, küçükler için şefkatli bir babadır. Bütün halka karşı tavrı budur. Halkı rahatsız eden şey onu da rahatsız eder, onlara gelen musibetler onu da
üzer. Halktan gelen ezalara sabreder."
Rivayete göre Hz. Musa (a.s), "Yâ Rabbi, bana en sevdiğin kişinin kim olduğunu söyle?" diye ilticada bulununca Allah Teâlâ,
"Musa, en sevdiğim kişi, ayağına diken battığı için canı yanıp üzülen mümin kardeşinin bu üzüntüsünü duyduğunda aynı acıyı hissetmiş gibi üzülendir" buyurdu. 296
Süfyân-ı Sevrî (k.s), başına bir felâket gelen bir müslümanın meselesini o kadar dert edinirdi ki
sıkıntısından bazan kan işerdi. 297
Hasan-ı Basrî (k.s) der ki: "Tüm müslümanlara çok şefkat göstermek abdal denilen sâlihlerin alâmetidir."298
Ma'rûf-i Kerhî (k.s) şöyle diyordu: "Her gün, Allahım, ümmet-i Muhammed'e rahmet eyle, Allahım, ümmet-i Muhammed'i ıslah eyle, Allahım, ümmet-i Muhammed'in sıkıntılarını gider, diye dua eden kişiyi Allah Teâlâ, abdal denen velîler sınıfına kaydeder."299
Ebû Abdullah b. Avf'ın bir sözü: "Bu ümmetten çekilip alınacak ilk haslet merhamet ve şefkat
hisleridir."
Mutarrif b. Abdullah (r.a) şöyle diyordu: "İçinden günahkârlara acımayan bari onlar için tövbe ve istiğfar etsin, çünkü meleklerin bir ahlâkı da yeryüzündekiler için istiğfar etmeleridir."300
Habib-i Acemî (k.s), Allah Teâlâ'nın bir topluma gazabını ifade eden bir âyeti okuduğunda ağlayıp şöyle dermiş: "Rabbim! Onlar için kalbime acıma duygusunu sokan sensin, sen bilirsin, istersen onları bağışla, istersen onların yerine bana azap et."301
Mansûr b. Muhammed (rah) birine emir vermekten çekiniyor ve şöyle diyordu: "Emrime
karşı gelerek günahkâr olmasından ve benim yüzümden azaba çarptırılmasından korkuyorum."302
Şakîk-ı Belhî (k.s) şöyle diyor: "Kötü adama acımayanın durumu daha vahimdir; yanında sâlih
bir zattan söz edildiğinde bundan haz duymayan kimse de kötü adamdır."303
Meymûn b. Mihrân (r.a) dünyanın bir yerinde bir topluma zulüm yapıldığını duyduğunda hastalanır, normal hastalar gibi ziyaretine gidilirdi. Kendisine, o toplumun üzerinde zulmün kalktığı haber verildiğinde ise hemen iyileşirdi. 304
Biri, Sabit el-Bünânî'ye bir ihtiyacını arzettiğinde adamın sıkıntısının giderilmesi için her namazda secdeye vardığında ona dua edermiş. 305
Ebü'd-Derdâ (r.a), çocukların tuttukları yavru serçeler ile yakalanmış annelerini satın alarak
yavrularına gönderirdi.306
Âlemlerin Rabbi mi? Yoksa...
Ebü'l-Vefâ hazretlerine (k.s) bir müridi, "Efendim, siz büyük küçük demeden herkesle sofraya
oturuyorsunuz. Ehil olsun veya olmasın, herkesle sohbet ediyorsunuz. Sâlih-fâsık herkesi sohbetinize alıyorsunuz. Bu nasıl oluyor?" diye sordu. Ebü'l-Vefâ müride, "Fatiha sûresini oku!" dedi. Mürid, sûreyi yarıya kadar okuyunca Ebü'l-Vefâ işaret ederek durdurdu. Ona, "Şimdi söyle bakalım. Sûrenin başında, âlemlerin Rabbi mi dendi, sâlihlerin Rabbi mi dendi?" diye sordu. Mürid, "Âlemlerin Rabbi" dendi deyince hazret, "Şimdi anladın mı neden âlemdeki herkese böyle davrandığımı?" dedi. Mürid gerekli cevabı almıştı. Günahkârlarla ilgi kesilmemeli fakat onların kötü işlerine de uyulmamalıdır.

Arifin Derdi

Sultanü'l-ârifin Bâyezid-i Bistâmî'nin yaşadığı dönemde, zamanın kutbu Ebû Hafs el-Haddâd idi.
Bâyezid-i Bistâmî hazretleri zamanın kutbunun bazı hususiyetlerini öğrenmek için ziyaretine gitmişti. Aralarında şöyle bir görüşme geçti:
"Senin ayaklarını öpeyim. Bana dua et." Ebû Hafs'ın derdi büyüktü.
"Ben sana dua etmekle, içimdeki dert sükûnet bulmaz ki."
"Derdin nedir, söyle de çare bulalım."
"Acaba kıyamet gününde bu kadar ibadullahın hali nice olur? İşte benim derdim bu."
"Halkın muazzep olmasından, yani azaba uğratılmasından sana ne?"
"Bana ne mi? Benim fıtratımın mayası şefkat suyu ile yoğrulmuştur. Ehl-i cehennemin bütün azabı bana yükletilip onlar affolunsa ben memnun ve derdimden halas olurum."
Bu cevapların karşısında Bâyezid-i Bistâmî hazretleri şöyle dediler:
"Anladım ki kutbiyet sırrı başka bir mânadır. Fazilet ilimle değil, amel çokluğu ile de değil, ancak
Allah vergisidir, Allah'ın teveccühüdür."
Halbuki zahiren Ebû Hafs hazretleri ümmî, fakir bir demirciydi.

296 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 183.
297 Şa'rânî, Tenbihü'l-Muğterrin, s. 184.
298 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 184.
299 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/366; Süyûtî, el-Hâvî li'l-Fetâvâ, 2/253; Gazâlî, İhya, 2/1021; Abdülmecid Hânî, el-Hadâiku'l-Verdiyye, s.42.
300 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 190.
301 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 190.
302 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 190.
303 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 191.
304 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 191.
305 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 191.
306 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 191.

Hiç yorum yok: