29 Kasım 2007 Perşembe

AFFETMEK

Af, "hatayı bağışlamak, silmek, yok etmek ve cezalandırmamak" demektir. Af demek, kısas ve tazminat gibi hak ettiği bir şeyi almayıp sahibine bağışlamak demektir. İnsanların af ile karşılık vermeleri, hem kendilerine yapılan zulmü bağışlamaları hem de ahlâkın iyi ve kolay tarafını seçerek, herkesle iyi geçinmek ve en iyi şekilde idare etmeleri demektir. Arifler, sûfîler, kendilerine karşı suç işleyenlere müsamahakâr davranırlar, Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ahlâkını örnek alarak öfkelerine hâkim olurlar. Evet, Resûlullah nefsi için hiç kimseye öfkelenmemiştir, fakat Allah'ın yasakları çiğnendiğinde kızmış ve gereğini yapmıştır. Hz. Aişe (r.ah) der ki: "Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) bir kere olsun, nefsi adına uğradığı haksızlıktan dolayı intikam almaya kalkıştığını görmedim. Ancak, yüce Allah'ın yasak ladığı haramlardan biri işlendiğinde en fazla o kızardı. Yine Resûlullah (s.a.v) iki şey arasında muhayyer bırakıldığı takdirde, günah olmadıkça, daima kolay olan işi tercih ederdi."188 Ebû Hüreyre (r.a) rivayet ediyor; Resûl-i Ekrem (s.a.v) Mekke'yi fethettiğinde Kabe'yi tavaf edip iki rek'at namaz kıldıktan sonra, Kabe kapısının eşiğini tutarak, Mekkeliler'e, "Ne yapacağımı sanıyor ve benim hakkımda ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Onlar üç defa, "Siz kardeşimiz, amcazademiz, merhametli, halîm selim bir insansınız, sizden ancak iyilik beklenir" dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Ben ancak Yusuf'un kardeşlerine söylediği sözü söylüyorum: Sizi bugün kınamak ve suçlamak yok, Allah sizi af ve mağfiret etsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir 189 buyurdu. Ebû Hüreyre (r.a) devamla şöyle demiştir: "Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) bu sözünü duyanlar, mezarlarından çıkmış gibi yerlerinden kalkarak İslâmiyet'i kabul etmek üzere ona başvuruyorlardı."190 Bunun içindir ki Resûlullah (s.a.v) şöyle demiştir: "Rabbim bana güzel ahlâkı emrederek, '(Sana karşı kusur işleyenlere) af yolunu tut, iyilikle emret ve câhillerden yüz çevir'191 buyurdu."192 Yüce Mevlâ (c.c), "Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır" 193 buyurmaktadır. İbn Ömer'in (r.a) bildirdiğine göre bir adam Resûlullah Efendimiz'e (s.a.v) gelerek, "Hizmetçimi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v) sustu, cevap vermedi. Adam tekrar, "Ey Allah'ın Resulü! Hizmetçimi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Bu sefer, "Her gün yetmiş kere affet!"cevabını verdi.194
KUDRET ANINDA AFFETMEK

Ceza vermeye gücü yettiği halde affetmek çok güzel bir haslettir. Hz. Peygamber (s.a.v), Kureyş'in eline düştüğü bir sırada intikam duygusuna kapılmadı. Bununla bir insanın gösterebileceği en yüksek asaleti ve en güzel ahlâkı gösterdi. Böylece her nesil ve her dönem için iyilik ve gönül yüksekliği bakımından kimsenin ulaşamayacağı bir örnek oldu. İslâm tarihinde mühim bir yeri olan Mekke'nin fethi özellikle İslâm'ın hoşgörü anlayışını aksettirmesi bakımından da büyük önem taşır. Hz. Peygamber (s.a.v), Mekke'yi kan dökülmeden fethetti. Şehre girince de umumi af ilân etti. Yaralıların, kaçanların, esirlerin öldürülmemesini emretti. Mekke'nin yağma edilmesini yasakladı. "Bugün Kabe'de savaşın helâl olacağı gündür" şeklinde sözler sarfeden Sa'd b. Ubâde'yi komutanlık görevinden azlederek elindeki sancağı alıp oğlu Kays b. Sa'd'a verdi.195 Kureyş Hz. Peygamber'e (s.a.v) her türlü hakarette bulunmuştu. Onunla alay etmişler, onu ölümle tehdit etmiş, yoluna dikenler sermiş, üzerine pislikler atmış, boynuna kemend atarak sürüklemiş, ona sihirbaz, kâhin demişlerdi. Dolayısıyla Resûlullah (s.a.v), kimlerin kendisini öldürmek istediğini, kimlerin suikastlar tertiplediğini, kimlerin kendisine ve ashabına işkence yaptığını, kimlerin Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katıldığını ve kimlerin bütün bedevileri etrafına toplayarak kendisini ve İslâm'ı ortadan kaldırmak istediğini çok iyi biliyordu. Bütün bunlar şimdi onun eline düşmüşlerdi. O isteseydi onları öldürebilirdi. Onları öldürmek için Hz. Peygamber'in tek bir sözü bile yeterli olurdu. Fakat o böyle yapmadı; düşmanını ele geçirir geçirmez affetti. O bu güzel ahlâkı ile herkese güzel bir örnek olmuştu.Resûl-i Ekrem'in bu konudaki ahlâk prensibi, düşmanı imha etmek değil, daima onu kazanmayı tercih etmekti. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine karşı yapılan bütün hakaretlerin, bütün haksızlıkların intikamını alabileceği fırsat Mekke'nin fethedildiği gündü. İşte o gün fetih konuşmasında, "Benim size ne yapacağımı zannediyorsunuz?" diye sordu."İyilik ümit ediyoruz. Sen kerim bir kardeş ve kerim bir kardeş oğlusun" dediler.Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), "Gidiniz, serbestsiniz" buyurdu.196Tarihte, zor ve baskı altında tutulup vatanından kovulan, sonra da vatanına dönme imkânını elde edince oradakilere dokunmayan ve intikam alma yoluna başvurmayan herhangi bir şahıs ve toplum bulmak oldukça güçtür. Uzun süren kanlı çarpışmalardan sonra karşı karşıya gelen ve bu karşılaşmada kin ve intikam duygusu bulunmayan iki düşmana rastlamak da zordur. Bunun sırrı, Hz. Peygamber'in müsamaha anlayışında yatmaktadır. Fetihten sonra Mekke halkı sanki mağlup edilmiş bir millet değildi; hak ve vazifeler konusunda zaferi kazananlarla eşit duruma gelmişlerdi. Ya Allah yolunda cihad eden mücahidler ne ile meşguldüler?Onlar, yağma vb. ile meşgul değillerdi; belki de Mekke'yi fethettikleri günün gecesini sabaha kadar tekbir, tehlîl ve Kabe'yi tavafla geçirmişlerdi.197Resûlullah (s.a.v), Mekke'de hiçbir asker bırakmadan Medine'ye çekildi. Mekke'nin idaresini de İslâm'ı yeni kabul etmiş Mekkeliler'e bıraktı. İşte Hz. Peygamber'in bütün bu davranışları, insanların kalbinin nasıl kazanılacağını gösteren ve İslâm'ın hoşgörü anlayışını apaçık ortaya koyan hususlardır. Hz. Muâviye (r.a) demiştir ki: "İnsanların en üstünü, ceza vermeye gücü yettiği halde affedendir. İnsanların aklı en noksan olanı ise kendinden aşağıda ve güçsüz olanlarazulmedenlerdir." Arifler derler ki: "Güçlünün affetmesi ile fakirin cömertlik yapması ahlâkın en güzelidir." Ömer b. Abdülaziz (r.a) der ki: "Affın en güzeli, hasmını ezecek güçteyken yapılandır." Hz. Ali (r.a) bir sözünde şöyle demiştir: "Fazilet, gücü yettiğinde affetmektir." Hz. Ömer de (r.a) şöyle demiştir: "Dört şeyi severim. Bunlar, bulunca iktisat etmek, gücü yeterken affetmek, kızgınlık zamanında hilim göstermek, her zaman Allah Teâlâ'nın kullarına yardımcı olmak."
AFFETMENİN FAZİLETİ
Affetmek, İslâm'da bütün faziletlerin temelini teşkil eden takvaya en yakın meziyettir.198 Bu nedenle Kur'an'da müslümanlar bu fazilete çağırılırken, "Onlar affetsinler, hoşgörsünler. Allah'ın sizleri bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" 199 buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi Hak Teâlâ insanlara affetmeyi ve müsamahakâr olmayı öğütlemiştir. Bu konuda Hz. Peygamber de (s.a.v), "Allah muhakkak surette kötülüğü affeden kişiyi aziz kılar"200 buyurmuştur. Diğer bir hadiste ise, "Düşmanını cezalandırmaya kudretin varsa, o nimetin şükrünü af ile öde"201 buyurmuştur. Diğer bir hadis-i şerifte ise, "Merhamet ediniz ki merhamet olunasınız. Affedip bağışlayınız ki siz de bağışlanasınız"202 buyurmuştur.Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "Kendisine karşı suç işleyeni bağışlayanın ilk mükâfatı tüm halkın kendisine destek çıkmasıdır."203 İmam Muhammed Şeybânî (r.a) der ki: "Affetmek aklın zekâtıdır."Talha b. Musarrif (r.a) diyor ki: "Affedilmek istediğin hususlarda affedici ol.Nasıl muamele görmek istersen, başkalarına öyle muamele et. Suçlu olarak yakalanıp da affedilen kimsenin ameli gibi amel et. Biri size karşı yaptığı kötü bir muameleden sonra gelip özür dilerse onu güleryüzle karşılayın." Haris el-Muhâsibî de (k.s) şöyle demiştir: "Sana zulmedeni affet."İmam Şafiî (r.a) diyor ki: "Bir kimseyi affedip, ona kin tutmadığım zaman, düşmanlık düşüncesinden kendimi rahata kavuşturdum." 204 Ebü'l-Hüseyin el-Verrâk (k.s) şöyle diyordu: "Ahlâkı düşük kimsenin kalbi dar olduğundan, bir başkasını affetmeye muvaffak olamaz."205 Selâm b. Abdullah el-Bâhilî (k.s) der ki: "Affetmenin lezzeti, kızmanın, intikam almanın lezzetinden daha tatlıdır. Çünkü affın lezzetinin sonu güzel neticedir. İntikam lezzetinin sonu ise kötü neticedir." Ağzı bozuk boşboğazlardan biri Dırâr b. Ka'kaa'ya "Vallahi, bana bir kötü söz söylersen benden on katını işitirsin" dedi. Dırâr da adama, "Vallahi sen de bana on kötü söz söylesen, karşılık olarak benden bir kötü söz işitmezsin" dedi. 206 İbnü'l-Mukanna (k.s), "Kişinin öfkesini yenmesi, özür dilemek zilletine düşmesinden daha iyidir" demiştir. Cafer b. Muhammed şöyle diyordu: "Bağışlamaktan ötürü duyacağım pişmanlığı cezalandırmaktan dolayı hissedeceğim pişmanlığa yeğlerim!"207 Hz. Ali (r.a) ile Âmir b. Mürre arasında şöyle bir konuşma geçmiştir: Hz. Ali, "İnsanların ahmağı kimdir?" diye sordu, Âmir, "Kendini en akıllı zanneden kimsedir" dedi. Hz. Ali, "En akıllı kimdir?" diye sordu. Âmir, "Basit ve düşük tabiatlı kimselerin edepsizce davranışlarına karşı sükût ile cevap verendir" dedi. Ebü'l-Hüseyin el-Verrâk (k.s) şöyle diyordu: "Affetmekte edep, insanın affettiği kimsenin ayıbını bir daha hatırlamamasıdır."208
AFFETMEK BÜYÜKLERİN AHLAKIDIR
Affetmek büyüklerin ahlâkı, imanın kemali, güzel yaşamanın sebebi, rahatlığın nedeni ve doğruya ulaşmanın yoludur. Affetmek, Allah'ın ve insanların sevgisinin kazanılmasına, fitnelerden emin, belâlardan uzak olunmasına sebeptir. Büyüklerden Ahnef b. Kays (k.s) demiştir ki: "Bir kimse bana düşmanlık etse, ben ona şu üç halden biriyle karşılık veririm. Bu kimse benden yaşlı ise ona saygı duyar, karşılık vermem. Benden küçük ise onun için kötü muamele yapmaya tenezzül etmem. Akranım ise ona af ve iyilikle muamele ederim." 209 Teymî, "Eziyetlere tahammül göstermek sevgi doğurur" demiş ve şu olayı anlatmıştır:Bir keresinde bir suçluyu İbn Zübeyr'in huzuruna getirdiler. O da adamı cezalandırmak için kırbaç istedi. Suçlu, "Kıyamet günü huzurunda benim senin önünde düştüğüm zilletten senin daha hor olacağın zat adına beni bağışlamanı diliyorum" diye yalvarınca İbn Zübeyr koltuğundan indi, yanağını toprağa koydu ve, "Peki, bağışladım"dedi. 210 Recâ b. Hayve (rah), bir gün Abdülmelik b.Mervân'ın yanında bulunuyordu. Orada, birinden kötü bir şekilde bahsedildi. Abdülmelik, "Vallahi! Allah Teâlâ nasip ederse, elime geçtiğinde, ben ona yapacağımı biliyorum" dedi. Bir gün o şahsı yakalamış, ona ceza vermek üzere kalkmıştı. Bu sırada, orada bulunan Recâ b. Hayve, "Ey müminlerin emiri! Allah Teâlâ, sana istediğin şeyi nasip etti (Sen böyle arzu etmiştin. Cenâb-ı Hak da sana, istediğin gibi fırsatı verdi). Öyleyse sen de Allah Teâlâ'nın sevdiği şeyi yap; onu affet" dedi. Bu söz üzerine, Halife Abdülmelik b. Mervân, o şahsı hemen affetti ve ona ihsanlarda bulundu.Rivayete göre hırsızın biri, Ammâr b. Yâsir'in (r.a) çadırına girdi ve yakalandı. Yanındakiler Ammâr b. Yâsir'e, "Bu bizim düşmanımızdır, elini kes" diyenlere o, "Hayır, ben onun bu kusurunu gizleyeceğim. Umulur ki bu sayede Allah Teâlâ da kıyamet günü benim kusurlarımı gizler" dedi. 211 Katâde'ye, "En güçlü insan kimdir?" diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "En çok bağışlayan!"212 Adamın biri Ömer b. Abdülaziz'e gücendirecek bir söz söyleyince Ömer, "Beni güç ve kuvvetime güvendirip bugün ettiğim intikama bedel kıyamette benden intikam aldırmak için şeytanın hilesine düşürmek istiyorsun. Git Allah senin iyiliğini versin"diye savdı. 213 Reslân ed-Dımaşkî (k.s) der ki: "Eğer kendinde, sana düşman olan kimseyi yenmeye bir güç bulursan; bulduğun bu güce, kuvvete şükür olarak onu affet."214 Esma b. Hârice el-Fezârî demiştir ki: "Hiç kimseyle asla çekişmeye girmedim; çünkü beni rahatsız edecek kimseler iki tür insandır. Birincisi, şerefli asil insandır; ondan hata ve bilmeden bazı davranışlar meydana gelir; bu durumda bana onları affetmek ve kendisine iyi muamelede bulunmam düşer. Bana sıkıntı veren alçak tabiatlı bir kimseyi de karşıma alıp şeref ve haysiyetimi onun saldıracağı bir hedef haline getirmem." Sonra bu halini şu şiirle dile getirmiştir:"Şerefli bir kimsenin hatalarını, Affederim, bilmeden yaptıklarını.Alçak kimseyle de yüz yüzegelmem, Şerefimi korur, ona imkânvermem."215

188 Buhârî, Menâkıb, 23; Hudûd, 10; Edebü'l-Müfred, nr. 274; Müslim, Fezâil, 20; Ebû Davud, Edeb, 4; Mâlik, Muvatta', Hüsnü'l-Hulk, 1 (nr. 2); Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 8067; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 488.
189 Yûsuf 12/92.
190 Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd, 5/242; Gazâlî, ihya, 3/1674; Kâdî iyâz, eş-Şifâ, 1/84; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1/315.
191 A'râf 7/199.
192 Buhârî, Tefsîru A'râf, 5; Ebû Davud, Edeb, 4 (nr. 4787).
193 Bakara 2/237.
194 Ebû Davud, Edeb, 123 (nr. 5164); Tirmizî, Birr, 31 (nr. 1949).
195 İbnü'l-Esîr, Üsdû'l-Gâbe, 2/300; ibn Hacer, el-isâbe, 5/360; ibn Kesîr, es-Siretü Nebeviyye, 3/559.
196 Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd, 5/242; Kâdî lyâz, eş-Şifâ, 1/81; İbn Hişâm, Sîre, 4/47; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1/315; ibn Kesîr, es-Sîretü Nebeviyye, 3/570.
197 ibn Kesîr, es-Sîretü Nebeviyye, 3/576; Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd, 5/246; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1/743.
198 bk. Bakara 2/237.
199 Nur 23/22.
200Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/235; Taberânî, Mekârimü'l-Ahlâk, nr. 62.
201Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1923; Sehâvî, el-Makasıd, nr. 799.
202 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 380; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/97.
203 Şa'rânî, Tenbfhü'l-Muğterrîn, s. 275.
204 Şafiî, Dîvân, s. 82.
205 Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 299; Şa'rânî, Tabakatü'l-Kübrâ, 1/101.

Hiç yorum yok: