29 Kasım 2007 Perşembe

GÜZEL AHLÂK ÖRNEKLERİ

Hiç şüphe yoktur ki her yüce ahlâkta ve övülmüş sıfatta en üstün örnek, beşeriyetin efendisi Hz. Muhammed'dir. O, her şeyde tam bir örnek teşkil etmektedir. Hak Teâlâ bu hususu şöyle ifade etmektedir:
"Andolsun ki sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü ümit eden ve Allah'ı çokça anan kimseler için, Resûlullah'ta güzel bir örnek vardır." 91
Zira onu Rabb'i terbiye etmiş ve terbiyesini en güzel bir şekilde gerçekleştirmiştir. O da ümmetinin her tür övülmüş huy ve olgun davranış üzere terbiyesine büyük bir özen göstermiştir.
Geçmiş büyüklerden her biri -Allah onlardan razı olsun- güzel ahlâkta başlı başına bir örnekti. Bu onların hayatında ve yaşantılarında açıkça görülmektedir. Büyük velî Hamdûn el-Kassâr (k.s) der ki:
"Geçmiş büyüklerin ahlâk ve yaşayışlarını inceleyen, kendi kusurlarını anlar ve büyüklerden geri kalma sebeplerini öğrenir. Ashâb-ı kiramın, selef-i sâlihinin, velîlerin hayat hikâyelerini okumak, insanın iyiliğe yönelmesine ve iyi huylu olmasına sebep olur."92
Ariflerin bir güzel ahlâkı da kaba tabiatlı insanlara karşı nazik ve yumuşak davranmalarıdır. Onlar bu huyun gereğini yerine getirirken Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadisiyle amel ediyorlardı:
"İnsanlara karşı güzel huylu ol."93
Düşmanına Bile Rahmet Okuyan Peygamber
Uhud Gazvesi'nde Resûlullah'ın (s.a.v) mübarek yüzü yaralanıp dişi kırılınca, ashâb-ı kiram çok üzüldüler. Resûlullah'a (s.a.v), "Beddua et, Allah Teâlâ, cezalarını versin" dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Ben lanet etmek için gönderilmedim. Hayır dua ve mahlûkata merhamet etmek için
gönderildim" buyurdu ve peşinden, "Yâ Rabbi! Bunları hidayet et. Onlar hakkı bilmiyorlar" diye dua etti. Düşmanlarını affetti.94
Yine bir defasında Resûl-i Ekrem (s.a.v) harp için yapılan bir yolculuk esnasında, ashâb-ı kiramdan ayrılmış, bir ağacın altında istirahat buyuruyordu. Gavres b. Haris adında bir müşrik, aniden onu öldürmek için gelip kılıcını çekti. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) başucunda durup, "Söyle bakalım, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" dedi.
Resûlullah Efendimiz de (s.a.v) yüksek sesle, "Allah!" buyurdu.
O anda adamın elinden kılıcı düşüverdi. Bu defa Peygamber Efendimiz kılıcı alarak ona, "Ya seni şimdi benim elimden kim kurtaracak?" diye sordu. Adam çok korktu, titredi ve yalvarmaya başladı. "Ne olur beni öldürme! İntikamını alsan da, intikam alanların en hayırlısı sen ol" dedi.
Resûl-i Ekrem (s.a.v) onu bağışlayıp salıverdi. Adam koşarak kavmine geldi ve onlara, "Şu anda, insanların en hayırlısı olan kimsenin yanından geldim"dedi.95
Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) güzel ahlâkına dair bir diğer hadise de kendisini zehirleyen yahudi kadını, suçunu itiraf ettikten sonra affetmesidir. Bilindiği gibi kadın, Peygamberimizi
(s.a.v) ve ashabını yemeğe davet edip kızartılmış zehirli koyunu önlerine koydu. Önce Peygamber Efendimiz (s.a.v) yemeğe başladı, eti ağzına alınca, et ilâhî izinle dile gelip, "Ben zehirliyim, benden yeme!" diye ses verdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) hemen ağzındaki eti çıkardı, ashabını da uyardı. Herkes sofradan elini çekti. Kadın yakalandı, suçunu itiraf etti. Bunu niçin yaptığı sorulunca şöyle dedi:
"Eğer bu zat gerçek peygamber ise zehirli et ona zarar vermez; yok sahte bir peygamber ise ölür de halk ondan kurtulur, diye düşündüm" dedi. 96 Resûlullah (s.a.v), kadını affetti, ona hiçbir ceza uygulamadı.

Herkes Fıtratınca Davranır

Hz. Enes (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber'le birlikte yürüyordum. Üzerinde Necran'dan gelme kenarı kalın bir cübbe vardı. Bir bedevî cübbenin eteklerine asılarak öyle bir çekti ki Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ensesi kızardı ve cübbe onun mübarek ensesinde iz bıraktı. Ve sonra şöyle dedi:
"Yâ Muhammed (s.a.v), benim şu iki deveme, yanında bulunan ganimet mallarından mal yüklet! Sen kendin ve babanın malından mal yükletmiyorsun ya!"
Resûl-i Ekrem (s.a.v) biraz sükût ettikten sonra şöyle buyurdular:
"Mal Allah'ın malıdır. Ben de onun kuluyum."
Sonra şöyle buyurdu:
"Ey Arabî! Bana yaptığın bu şeyin tıpkısı ceza olarak hakkında tatbik edilsin mi?" Bedevî, "Hayır, çünkü sen kötülüğe, kötülükle mukabele etmezsin" dedi.
Bu cevap karşısında Hz. Peygamber (s.a.v) güldü.
Sonra onun bir devesine arpa, bir devesine de hurma yükletilmesini emretti. 97
Yine Resûl-i Ekrem (s.a.v), Kureyş'in amansız eziyetleri karşısında canına kasteden kavmi için,
"Allahım! Kavmimi affet, onları hidâyetine sevket. Çünkü onlar bilmiyorlar!" diye hayır dua ediyordu.
Kâdî İyâz (rah.), Peygamber Efendimizin (s.a.v) bu duasındaki rahmet ahlâkını şöyle anlatır:
"Ey insan! Şu sözde bulunan fazilet, güzel ahlâk, büyük kerem, üstün sabır ve hilme bak!
O, kavminin kendisine yaptıklarına sadece sükût edip onları bağışladığını göstermedi. Onlara şefkat ve merhamet etti. Kendileri için şefaatçi olup,
'Allahım! Kavmimi hidayet et! Onları affet! Zira onlar bilmiyorlar (bilseler bana bu eziyeti yapmazlar)' diye dua ediyordu. Sonra, 'Kavmim!' diyerek, bu şefkat ve merhametin
sebebini ortaya koydu. Peşinden, 'Onlar bilmiyorlar!' diyerek, cehaletlerinden dolayı onlar adına Allah Teâlâ'ya özür beyan etti."98
Kendisini taşa tutup kan revan içinde bırakan Tâif'in düşük seviyeli insanlarına karşı Cebrail (a.s) ve dağlarla görevli melek tahammül edemeyip helak edilmeleri için kendisinden izin istemişlerdi. O ise Allah için hilim ve sabır gösterdi, beddua etmedi. Meleklere,
"Bunlar böyle, fakat ümit ederim ki onların zürriyetinden 'lâ ilahe illallah' diyecek ve Allah'a kulluk edecek bir nesil gelecektir" diyerek helaklerine mani oldu. Onun bu sabrı karşısında dağlarla görevli melek, "Gerçekten sen, Rabb'inin seni isimlendirdiği gibi 99 Rauf'sun (çok bağışlayansın) ve Rahîm'sin (çok acıyansın)" dedi. 100
Çok geçmeden Tâif halkı, İslâmiyet'le şereflenerek halka-i Muhammedi'ye girdiler ve onun saadetli meclisinde yer aldılar. Hz. Peygamberin affı en azılı düşmanları bile kuşatmıştı.
Onun affı sayesinde baş düşmanlar, dostlar sınıfına geçmişti.
İşte Tebliğ Adabı
Ebû Ümâme'nin anlattığına göre yeni müslüman olmuş bir genç Hz. Peygamber'e gelerek,
"Ey Allah'ın peygamberi, zina etmeme izin ver, onu yapmadan duramıyorum" gibi çirkin bir teklifte bulundu. Orada bulunanlar gence döndü ve, "Sus sus" dediler. Hz. Peygamber gence dönerek, "Yaklaş" buyurdu. Genç Resûlullah'ın yanına yaklaştı. Peygamber Efendimiz, "Otur"
buyurdu. Genç de oturdu. Hz. Peygamber ile genç arasında şu konuşma geçti. Peygamberimiz (s.a.v),
"Biri kişi bu işi annenle yaparsa bundan hoşlanır mısın?"
diye sordu. Genç, "Hayır, vallahi hoşlanmam" dedi. Peygamberimiz (s.a.v),
"İnsanlar da senin gibi anneleriyle birinin bu işi yapmasından hoşlanmazlar"buyurdu. Peygamberimiz (s.a.v), "Kızınla bu işi yaparsa razı olur musun?" diye sordu.
Genç, "Hayır, vallahi razı olmam" dedi. Peygamberimiz (s.a.v),
"İnsanlar da senin gibi kızlarının bir başkası ile bu işi yapmalarına razı olmazlar" buyurdu. Peygamberimiz (s.a.v), "Kız kardeşinle bu işi yaparsa razı olur musun?" diye sordu. Genç,
"Hayır, vallahi razı olmam" dedi. Peygamberimiz (s.a.v),
"İnsanlar da kız kardeşlerinin bu işi yapmalarına razı olmazlar"buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v) "Halanla bu işi yaparsa hoş karşılar mısın?" diye sordu.
Genç, "Hayır, vallahi hoş karşılamam" dedi. Peygamberimiz (s.a.v),
"İnsanlar da bunu, halaları için hoş karşılamazlar" buyurdu.
Peygamberimiz (s.a.v), Teyzenle bu işi yaparsa hoş karşılar mısın?" diye sordu.
Genç, "Hayır, vallahi hoş karşılamam" dedi.
Peygamberimiz (s.a.v), "Kendin ve yakınların için razı olmadığın bir şeye başkaları için nasıl razı olacaksın?" buyurdu ve elini gencin kalbine koydu, ona şöyle dua etti:
"Allahım, bunun günahını bağışla, kalbini bu gibi duygu ve düşüncelerden temizle ve iffetini koru." Olayı rivayet eden zat diyor ki: Genç bundan sonra bu gibi şeylere iltifat etmediği gibi, bu işten en fazla nefret eden oldu.101
Hz. Peygamber (s.a.v), gencin bu çirkin teklifi karşısında azarlayıp kovmamış, yanına oturtarak yapmak için izin istediği şeyin çirkin olduğu hakkında onu ikna etmiş, sonra da kendisine dua ederek göndermiştir. Genç, ikna olduğu ve Peygamberimiz'in duasına mazhar olduğu için
başkasının iffetine göz dikmemiş ve bu arzu gönlünden silinip gitmiştir.

Allah'ın Rahmetine Sınır Çeken Adam

Bir keresinde Hz. Peygamber mescidde ashabı ile birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı. Bedevinin biri içeri girdi ve iki rek'at namaz kıldıktan sonra ellerini açtı ve şöyle dua etti:
"Allahım, bana ve Muhammed'e rahmet et. Başka da kimseye rahmet etme."
Bedevinin bu duasını duyan Hz. Peygamber (s.a.v),
"Çok geniş olan Allah'ın rahmetine sınır çektin"102 buyurarak bedevinin hatasını düzeltti.
Bedevi biraz sonra kalktı ve gitti, mescidin bir tarafına abdestini bozdu. Ashab onu bu halde görür görmez adamı uyarmak için ayağa kalktılar ve başına üşüştüler.
Hz. Peygamber onlara müdahale etti ve şöyle buyurdu:
"Onu bırakınız. İşini görsün. Sonra oraya bir kova su dökersiniz. Çünkü siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, güçleştirici olarak değil."
Sonra bedeviyi yanına çağırdı, şu dersi verdi:
"Bu mescidler ne abdest bozmak için ne başka pislik yapmak içindir. Buralar Allah'ı anmak, namaz kılmak ve Kur'an okumak için yapılmıştır."103

Ben Adil Davranmazsam

Resûlullah Efendimiz kendisine karşı çıkan, gereksiz sözler eden insanları da olgunlukla karşılar, hoşgörü gösterir ve yumuşak davranırdı. Herkesin yapamayacağı, yapması mümkün olmayan güzel ahlâk örnekleri sergilerdi.
Ebû Saîd el-Hudrî anlatıyor:
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Huneyn Savaşı sonrası düşmandan kalan ganimet mallarını ashabına dağıtıyordu. Sahabelerden bazılarına fazla ganimet veriyordu. Bu arada Akra b. Habis ile Uyeyne b. Hıns'a yüzer deve verdi. Bunun üzerine Temimoğulları'ndan Zülhuveysıra
adında biri geldi ve,
"Yâ Resûlallah, adaletten ve hakkaniyetten ayrılma. Vallahi bu dağıtımda Allah rızâsı aranmamıştır" diye itiraz etti.
Peygamberimiz üzüldü ve şöyle cevap verdi:
"Yazıklar olsun sana, ben âdil davranmazsam, kim davranır? Eğer ben adaletli yürütmüyorsam büyük bir zarara uğramış olurum. Allah, Musa'ya rahmet eylesin. O bundan daha ağır sözlerle incitildiği halde sabretmiştir."104

Günahkârlar İçin Açılan Eller

Gönül sultanlarından Ma'rûf-i Kerhî (k.s) bir gün müridleriyle Dicle kenarında oturmuş sohbet ediyorlardı. Uzaktan bir sandalın gelmekte olduğunu gördüler. Sandalda kadınlı-erkekli bir grup saz çalıyor, şarkı söylüyor, çılgınca eğleniyorlardı.
Müridlerden biri,
"Hocam, şunlara beddua edin de suda boğulup helak olsunlar, bir daha böyle edepsizlikte bulunmasınlar" dedi.
Ma'rûf-i Kerhî (k.s) ellerini kaldırdı ve içtenlikle şöyle dua etti:
"Yâ Rabbi! Sen şu kullarını dünyada güldürdüğün gibi, âhirette de sevindir."
Talebeler şaşkınlık içinde kaldılar. İçlerinden biri,
"Efendim, ettiğiniz beddua değil, hayır duadır. Bunun hikmeti nedir?" deyince hazret şöyle cevap verdi:
"Yavrularım! Şayet Cenâb-ı Hak bunları affedip cennetine koyarsa bizim bir zararımız olur mu? Allah bir kulunu âhirette sevindirmek isterse, ona dünyada tövbe nasip eder ve onu kendi yoluna çeker."
Sandal biraz sonra kıyıya yaklaştı ve içindekiler sahile çıktı. Müridlerden biri gidip onlara durumu anlattı ve orada bulanan zatın Ma'rûf-i Kerhî hazretleri olduğunu haber verdi. Sandaldakiler onun bu güzel duasına ve ahlâkına hayran oldular; hemen yanına geldiler, özür dilediler; tövbe ettiler ve bir daha böyle haram iş ve eğlence yapmayacaklarına söz verdiler. Onun sohbetine girdiler. Böylece âhirette yüzlerini güldürecek işe yöneldiler.105

Bir Gönül Kazanmak İçin Yapılan Fedakârlık

İmâm-ı Âzam (rah) bir gün yolda giderken onu gören bir adam, yüzünü saklayıp başka bir yola saptı. Hemen adamı çağırıp neden yolunu değiştirdiğini sordu. Adam cevabında, "Size 10.000 akçe borcum var. Uzun zaman oldu ödeyemedim ve çok sıkıldım, utandım" dedi. İmâm-ı Âzam,
"Sübhânellah, ben o parayı sana hediye etmiştim. Beni görüp sıkıldığın ve utandığın için hakkını helâl et" dedi. Rivayet edildiğine göre, Ebû Hanîfe'nin (r.a) bir Mecûsî'de alacağı vardı, onu istemek için Mecûsî'nin evine gitti. Evin kapısına gelince, ayakkabısına bir pislik bulaştı.
Ayakkabısını silkeleyince, pislik Mecûsî'nin evinin duvarına bulaştı. Ebû Hanîfe (rah) şaşırdı, üzüldü ve, "Eğer bunu böyle bıraksam, Mecûsî'nin evinin duvarının çirkin görünmesine sebep olacağım. Yok, oradan pisliği kazısam, duvarın toprağı dökülecek" diye düşünerek ne
yapacağını hesap etmeye başladı. Derken kapıyı çaldı; içeriden bir câriye çıktı. Cariyeye,
"Efendine Ebû Hanîfe kapıda de" dedi. Câriye içeri haber verdi, adam kapıya çıktı ve Ebû Hanîfe'nin malını isteyeceğini zannederek, özür dilemeye başladı. Ebû Hanîfe de, "Şu anda bu önemli değil" deyip duvarı nasıl temizleyeceğini sordu. Bunu işiten Mecûsî, bu davranışa hayret
etti, bu büyük imamın edebine hayran kaldı, içine bir hal oldu, kalbi İslâm'a açıldı ve müslüman oldu.106
Buradaki nükte şudur: Ebû Hanîfe (rah), bu ufacık şeyde Mecûsî'ye zulmetmekten çekindiği ve bundan dolayi alacağını ona bıraktığı için, Mecûsî hakkı gördü, hak yolunu tanıdı, küfürden imana geldi.

Kötülüğe Karşı İyilik

Bir gün Seyyid Abdülhakim Bilvânisî'ye (k.s), "Efendim, bazı kişiler sizin münkirliğinizi yapıyorlar, hakkınızda ileri geri konuşuyorlar, bunlara siz ne dersiniz?" diye sorduklarında,
hazret şu sohbeti yapmıştır: "İmam Şafiî (rah) der ki: 'Huzur-i ilâhîde Rabbim bana şefaat hakkı tanırsa önce münkirlerime şefaat edeceğim; çünkü onlar bizim manen terakki edip ilerlememize sebep oluyorlar.' Biz de bu büyük imam gibi diyoruz ki, bizi inkâr ederek manevî derece almamıza sebep olan kimselerin iyiliğine karşı iyilikle cevap vermemiz gerekir.
Yine Hasan-ı Basrî de (k.s) gıybetini yapan kimseleri işitince, onların sevaplarını kendisine gönderdiğini düşünerek, 'İyiliğe iyilikle karşılık verilir' der, bir tabak içine meyve veya tatlı koyarak onlara hediye gönderirdi. Allah Teâlâ'nın izniyle biz de bu büyükler gibi yapar; bizi inkâr edenleri severiz."107
Hâkim Kudretullah Han, Abdullah Dihlevî hazretlerinin komşusu idi. Çoğu zaman Abdullah Dihlevî'yi gıybet eder, aleyhinde konuşurdu. Bir gün hapse düştü. Abdullah Dihlevî hazretleri onu hapishaneden çıkartmak için çok uğraştı, fakat bunu ona söylemedi.109

Suçlama Değil Sonuç Önemli

Selmân-ı Fârisî (r.a) kendisine hakaret edip kötü sözler söyleyen birine şöyle demiştir:
"Eğer âhirette günahlarım ağır, sevaplarım hafif gelirse, senin söylediğinden çok daha kötüyüm. Yok, günahlarım hafif, sevaplarım ağır gelirse, senin sözlerinin bana bir zararı olmaz." 110
Bir seferinde İmam Şafiî (rah) 2000-3000 kişilik muazzam bir cemaate vaaz ve nasihat ederken içeriye bir kâfir girdi. Eliyle İmam Şafiî'nin sakalına işaret ederek, "Senin sakalın benim köpeğimin kuyruğuna benziyor" diye hakarette bulundu. Cemaat hemen harekete geçip
kâfirin haddini bildirmek istediler, hazret derhal buna mani olarak, "Ona müdahale etmeyin" dedi ve yüzünü kâfire çevirerek kemali sükûnetle ona şunları söyledi: "Eğer bu sakalım yarın âhirette cennet hurilerinin eline geçecekse senin köpeğinin kuyruğundan çok daha kıymetlidir.
Yok, eğer cehennem zebanilerinin eline geçecekse o zaman senin köpeğinin kuyruğu sakalımdan daha kıymetlidir." İmamın sükûnetle, kızmadan hatta rengi bile değişmeden verdiği bu cevap karşısında o kimse derhal kelime-i tevhid getirerek müslüman oldu ve şöyle dedi:
"Eğer bir kimse, benim sözlerimi bizim büyüklerimizden birine söylemiş olsaydı, onu parça parça ederlerdi. Halbuki sende hiçbir değişiklik olmadı, hiç kızmadın, hiç değişmedin. Anladım ki hak din sizin dininizdir ve ben de müslüman oluyorum."111

Dervişin Sabrı

Bir gün Hz. Cebrail (a.s) Rabbü'l-âlemin'den soruyor: "Ey Rabbimiz, şu anda senin yanında yeryüzündeki en mükemmel kulun kimdir? Onu görüp tanımak istiyorum."
Allah Teâlâ da Cebrail'e,
"Falan şehre git, filan yerde bir köprü vardır, şafaktan evvelki bir saatte orada bulun. O köprüden ilk geçen kimse, bu zamandaki en makbul kulumdur."
Cebrail (a.s) emredilen memlekete gidip şafaktan önce köprünün başında bekler. Bakar ki fakir, kendi halinde bir adam, omuzunda bir ip olduğu halde çıkıp gelir. Doğruca köprüden geçip su başına giderek abdest alır. Seccadesini yayıp teheccüd namazını kılar. Şafak atınca da sabah
namazını kılar. Sonra da oturup güneş doğuncaya kadar virdini (zikrini) çeker. Güneş doğunca kalkıp odun toplar. Topladığı odunları sırtlayıp şehre doğru gitmeye başlar. Tam köprünün üstüne gelince karşıdan bir atlı belirir. Ayağında çizme, elinde kamçısı olduğu halde o da köprüye gelir. O sırada atı birden ürkerek üzerindeki süvariyi yere atar. Yerden kalkan süvari sûfîye, sen benim atımı ürküttün, diye elindeki kamçıyla vurmaya başlar. Fena halde döver. Sûfîden ses çıkmaz. Süvari dayağını bitirip atına binmeye gidince, sûfî ondan önce koşup atının başını tutarak süvarinin binmesine yardım eder. Süvariye,
"Benim yüzümden attan düştün, üstün hep toz toprak oldu, özür dilerim, beni affet" diyerek helâllik ister ve, "Eğer hakkını helâl etmezsen, vallahi atının başını bırakmam" der. Atın dizginlerini tutup durur. Süvari nihayet bırak, git, işte helâl ettim. Allah belânı versin" deyince sûfî atı bırakır, süvari yoluna devam ederken sûfî de sırtlamak üzere odunlarının yanına gelir.
Tam odunlarını sırtlayıp gideceği zaman Cebrail (a.s) oradan çıkıp sûfîyi durdurur. Ona, "Vallahi seni bırakmam. Eğer bana Cibril-i Emin'in yerini söylemezsen giden süvariden yüz defa daha fazla seni döver, ondan sonra da köprüden aşağıya atarım" der. Sûfî feryat ederek,
"Aman ben fakir, çaresiz ve yüzü kara bir kimseyim, nereden Cibril-i Emin'in yerini bilebilirim, onu nerede görmüşüm ki tanıyayım?" diye yakınırsa da Cebrail (a.s), "Hayır, elimden kurtulamazsın, vallahilazim, eğer Cebrail'in yerini söylemezsen seni fena halde döver, sonra da
köprüden aşağıya atarım" diyerek ısrarına devam eder. Sûfîye kanaat gelir ki bu adam dediğini yapacak ve kendini dövüp köprüden atacak. Çaresiz olduğu yerde oturur, gözlerini yumar, öylece bir müddet rabıtada kalır, sonra gözlerini açıp Cebrail'e,
"Allah'a kasem ederim ki bütün gök tabakalarını aradım, Cibril-i Emin gökte değildi. Yer tabakalarını aradım, orada da bulamadım. Bütün dünyayı dolaştım, yine yoktu.
Geriye yalnız biz ikimiz kaldık; ya sen Cebrail'sin yahut da ben. Kendimin Cebrail olmadığımı biliyorum, geriye sen kalıyorsun, öyleyse Cebrail senden başkası değildir" der.
Bunun üzerine Cebrail (a.s) elini beline vurup, "Allah dostluğu sana mübarek olsun" diyerek oradan ayrıldı. Menkıbeyi anlatan Gavs-i Bilvânisî Seyyid Abdülhakim (k.s) şöyle buyurur:
"İşte Allah yolu böyledir. Sûfî hiç kabahati olmamasına rağmen süvariden o kadar dayak yediği, kamçılandığı, tokatlandığı halde sabır ve tahammül etti, üstelik ondan özür diledi."
112

İhlasın Böylesi

İhlâs nasıl olurmuş, müminlerin emiri Hz. Ali'den öğrenelim. O, savaşta bir yiğidi alt etti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı. O müşrik de onun mübarek yüzüne tükürdü. Hz. Ali (r.a) derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmaktan vazgeçti. Savaşçı er ise bu yersiz af ve merhamete
şaşıp kaldı. Dedi ki: "Bana kılıcını kaldırmıştın, neden indirdin ve beni bıraktın? Benimle savaşmaktan daha önemli ne gördün de, beni öldürmekten vazgeçtin? Ne gördün ki bu derece kızgınken yatıştın; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi? Ne gördün? O gördüğün şeyin yansıması bana da vurdu; gönlümde, canımda bir ışık huzmesi parladı. Yiğitlikte Allah
aslanısın; iyilikte kimsin, bunu kim bilir? Ey Ali! Gördüğünden bir parçacık söyle. Yumuşaklık kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı arıttı. Açıver; biliyorum bu Allah sırlarındandır. Çünkü kılıçsız adam öldürmek ancak onun işidir..." Müminlerin emiri o gence dedi ki: "Ey yiğit! Savaşırken sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddetlendim, huyum harap ve berbat bir hale geldi. Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Allah içindi, yarısı nefsim için. Allah için yapılan işe ortaklık yaraşmaz. Sen Yaratan'ın kulusun. O seni kudret eliyle
yarattı, bezedi. O'nunsun, benim değil." Müşrik bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki
kâfirlik bağını kesiverdi. "Bana kelime-i şehâdeti söyle, ben de söyleyeyim. Seni zamanın en büyüğü gördüm" dedi.113
Onunla beraber kavminden elli kişiye yakın kimse de severek dine girdiler, müslüman oldular. Hz. Ali (r.a), hilim kılıcıyla bu kadar boynu, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı. Hilim kılıcı demir kılıçtan daha keskin, ordulardan daha üstündür.

İşte güzel ahlâkın kerameti.

Hz. Ömer (r.a), halkın içinde uygunsuz davranan bir adamın karnına kamçısı ile dürttü. Adam Hz. Ömer'e kötü sözler söyledi. O da bir daha vurmadı. Niçin vurmadın dediklerinde,
"Bu zamana kadar ona, terbiye niyetiyle Allah için vurdum, şimdi bana sövünce kendisine vurursam, nefsim için kızıp vurmuş olmaktan korkarım" dedi.114

Benim İçin Bir Servetti

Bir Hak dostunun hanımı oldukça sert, geçimsiz ve sevimsizdi. Kocasına her gün dili ve haliyle sanki cehennem azabı çektiriyordu. Bu zat ise onun her haline sabrediyor, nefsini sabra alıştırıyor, bu ateşin içinde her gün pişiyordu. Güzel ahlâkı elde etmek için bunu bir fırsat görüyordu. Bunun için onu boşamayı hiç düşünmüyordu. Bu zatı tanıyan dostları onun durumuna çok üzülüyordu. Kadına hiçbir nasihat fayda vermiyordu. Öyle oldu ki bu zata acıyan bazıları kadının ölümü için dua etmeye başladılar. Bir gün kadının eceli geldi, öldü. Kocasının dostları o günü bayram ilân ettiler. Kadını bir an evvel toprağa verdikten sonra sevinerek kocasının yanına geldiler, ona, "Efendim, biz size taziyeye değil, tebrik etmeye geldik;
gözünüz aydın olsun, kurtuldunuz!" dediler. Allah dostu sakin ve düşünceliydi. Yüzünde bir sevinç izi yoktu. Aksine değerli bir şeyini kaybetmiş gibi üzüntülüydü. Bunun sebebini şöyle açıkladı:
"Bugün gerçekten çok üzgünüm. Bu kadın benim için bir servetti. Ben onun kötü ahlâkına sabrederek yüce Rabbim'in razı olacağı güzel ahlâkları elde ediyordum; böylece pek çok sevap ve manevî derece kazanıyordum. Ne yazık ki şimdi bu servetim toprağa gömüldü, böyle bir kâr kapısı kapandı!"

Maksat Çirkin Huylularla İyi Geçinmek

Rivayete göre Ahmed Sarban hazretlerinin çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Kocasını görmeye gelenlere içeriden, "Siz bu heriften ne medet umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu?" diyerek bağırırdı. Bir gün şeyhin talebeleri hem bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı: "Acaba nasıl oluyor da şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor?" Onların bu düşüncelerini anlayan şeyh, onları şöyle uyardı:
"Dostlarım! Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsanî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın, bana öyle gelin, işte bu kadar."

Biz Evdeki Canavarın Yükünü, Aslan da Bizim Yükümüzü Çeker

Nakledilir ki Ebû Ali b. Sina, Şeyh Ebü'l-Hasan el-Harakânî'nin şöhretini duyunca onu görmek ve ziyaret etmek için yola koyuldu. Günler geceler boyu yürüyerek, dağları aştı, ovaları geçti, nihayet şeyhin bulunduğu Harakân şehrine vararak evini sordu. Evi bulunca saygıyla kapıyı çaldı. Şeyhin karısı kapıdan başını çıkararak, "Ne istiyorsun?" dedi. Ebû Ali b. Sina,
"O Allah dostu insanı ziyaret için gelmiştim" diye cevap verdi.
Bunu duyan kadın kahkahalarla güldü;
"Şu koca sakalına bak, hiç düşünmeden yaptığın işe katlandığın bunca zahmete bak. Be adam senin başka işin gücün yok muydu da yollara düşüp bunca zamanını beyhude yere harcadın. Bir ahmağı görmek için bu kadar zahmete değer mi? O sahtekâr ve zındığı ne yapacaksın?" diye
şeyh hakkında daha nice kötü sözler söyledi ve hakaretler etti.
Şeyhi üzen pek çok laf eden hanımı, şeyhi inkâr eden ahlâksız bir kadındı. Bütün bunları sabırla dinleyen Ebû Ali sonunda, "Bütün bu söylediklerine rağmen o yüce insan nerede, bana söyle?" diyerek görmek için ısrar etti. Bunun üzerine kadın daha birçok söz söyleyerek, pek çok hakarette bulundu. Ebû Ali bu yolla şeyhin yerini öğrenemeyeceğini anlayınca, oradan ayrıldı. Yeniden sorup soruşturmaya başladı. Sonunda şeyhin ormana gittiğini öğrenerek onun peşinden ormanın yolunu tuttu. İbn Sina hem yürüyor hem de, "Böyle yüce bir insan nasıl oluyor da böylesine kötü huylu yılan dilli, küfürbaz bir kadını evinde tutuyor?" diye düşünüyordu.
İbn Sina bu düşüncelerle yol alırken şeyhin gelmekte olduğunu, yükünü de bir aslanın sırtına yükleyip getirdiğini görünce, "Ey şeyh! Bu ne hal?" diye sordu. Şeyh onun hayret ettiğini görünce ona şöyle dedi: "İşte böyle, biz o huysuz canavar kadına tahammül ederek yükünü çektiğimiz için, bu aslan da hiç itiraz etmeden bizim yükümüzü çekiyor. Eğer biz evdekinin yükünü çekmesek, aslan da bizim yükümüzü bu şekilde çekmez" dedi. 115
Tabiînin tanınmış âlimlerinden Kâ'b el-Ahbâr (r.a) şöyle demiştir: "Hanımının eziyet ve sıkıntı vermesine sabreden, huysuzluğuna katlanan kimseye, Allah Teâlâ Hz. Eyyûb'a
(a.s) verilen sevaptan verir. Kocasının huysuzluğuna katlanan hanıma da Allah Teâlâ, Firavun'un hanımı Müzâhim kızı Âsiye'ye verdiği sevabın benzerini verir."116

Bütün Bunlara Karşı Tahammül Göster

Hz. Ömer (r.a) devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.
Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz Ömer'in (r.a) hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz. Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü. O sırada Hz. Ömer (r.a) birinin kapıya doğru geldiğini farketmişti. Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü görünce, hemen arkasından çıkıp adamı geri çağırdı ve niçin geldiğini, neden geri döndüğünü sordu. Adam,
"Yâ Ömer, bir derdim vardı, size akıl danışmaya gelmiştim; fakat gördüm ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için rahatsız etmek istemedim!" dedi. Hz. Ömer (r.a), "Derdin neydi?" diye sordu. Adam, "Hanımım, bazan bana karşı evde yüksek sesle konuşuyor, sözlerime sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki bu durum sizin evde de oluyor" dedi. O zaman
Hz. Ömer (r.a) adamı bir kenara çekerek ona, "Bak, hanımların kocaları üzerinde pek çok hizmeti ve hakkı vardır. Bunun için kendilerine tahammül etmeliyiz. Onlar bizim evimizi beklerler. Ekmek ve yemeğimizi pişirirler. Çocuklarımızı emzirirler. Elbise ve evimizi temizlerler. Nefsimizi teskin eder, bizi harama düşmekten korurlar. Ben bana bu kadar hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül etmeyeyim?" dedi. Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz düşündü ve, "Benim eşim de aynı hizmetleri görüyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a),
"Kardeşim, hanımının sıkıntısına tahammül göster. Dünya hayatı çok kısadır; gelir geçer!" dedi. 117
Kusuru Kendinde Görmek

Biri Vekî b. Cerrâh'a (rah) eziyet etse, hemen oracıkta oturur, çok üzülür ve, "Eğer Allah Teâlâ'ya karşı bir günah işlemeseydim, bunu başıma musallat etmezdi" diyerek istiğfara başlar, Cenâb-ı Hakk'a günahını bağışlaması için yalvarırdı.118
Fudayl b. İyâz (rah), "Allah Teâlâ'ya isyan ettiğimi, bir günah işlediğimi, hayvanımın ve hizmetçilerimin bana karşı davranışlarından anlarım" demiştir. Hasan-ı Basrî şöyle diyor: "Ey âdemoğlu, sende mevcut olan bir kusur ile insanları kınayıp dururken, kâmil müslüman olamazsın. Kâmil müslüman olmak için önce kendi kusurunu ıslah etmen, sonra da başkalarının kusurlarını ıslah ile meşgul olman lâzımdır. Ancak bunu yaptığın takdirde, Allah Teâlâ'nın has kullarından olabilirsin."119
Muhammed b. Ahmed b. Seleme, Zünnûn'dan nasihat ister. Hazret de şöyle der: "İnsanların kusurları, seni kendi kusurunu aramaktan alıkoymasın. Sen insanların üstünde gözleyici ve koruyucu değilsin. Allah'a en yakın kul, Allah'ı en iyi anlayan ve bilen kuldur."120

Kötülük Edene Dua ve İstiğfar Edilir

Adamın biri Ebû Hüreyre'ye (r.a), "Sen Ebû Hüreyre (kendisine 'kedi babası' lakabı verilen
kimse) misin?" diye sordu; o da, "Evet" dedi. Adam, "Desene kedi hırsızısın" diye dalga geçince, Ebû Hüreyre (r.a), "Allahım, beni ve bu kardeşimi bağışla" diye dua ettikten sonra, "Resûlullah (s.a.v) bize haksızlık yapanlar için bu şekilde istiğfar etmemizi emretti" dedi. İbrahim b. Edhem (k.s) bir yere gidiyordu. Karşısına onu tanımayan bir asker çıktı. Asker, "Sen köle misin?" diye sordu; o da, "Evet" dedi. Asker, "Buranın halkı nerede yaşar; mamur belde nerede?" diye sorunca, İbrahim b. Edhem, mezarlığı gösterdi. Asker buna kızıp kamçı ile kafasına vurup yaraladı. Bunu talebeleri öğrenince vuran adama, "Sen ne yaptın?" Bu zat, İbrahim b. Edhem hazretleridir" dediler. Vuran kişi af dileyip elini öptü. Asker, "Neden sana, köle misin diye sorduğumda, 'Evet dedin?' diye sordu. İbrahim b. Edhem, "Çünkü ben, Allah'ın kulu ve kölesiyim" dedi. Yanındakiler, "Peki, o sana vururken, sen ne yaptın?" diye sordular, o da
"Onun affı ve cennete girmesi için ona dua ettim" dedi. "Niçin?" dediler; hazret şöyle dedi:
"O bana zulmetti, ben de sabredip sevap kazandım. İstedim ki bana böyle iyiliği dokunan bir kimseye benden kötülük dokunmasın, ben de ona iyilik yapmış olayım. Bunun için kendisinin affını ve cennete girmesini istedim."121
Ebû Muâviye el-Esved, kendisine dil uzatana hayır duada bulunurmuş.122
İbrahim et-Teymî (r.a) kendisine haksızlık yapana kesinlikle beddua etmez ve, "Yaptığı haksızlığın günahı ona yeter" derdi.123
İbn Mesud (r.a) yiyecek almak için yolun kenarına oturmuş bekliyordu. İstediğini satın aldı. Parayı vermek için elini cebine uzattı fakat parayı bulamadı. "Burada oturduğum zaman param burada idi, onu çaldılar" dedi. Etrafındakiler hırsıza beddua etmeye başladılar, "Allah elini
kırsın, Allah belâsını versin" şeklinde konuşuyorlardı. Fakat kendisi, "Allahım, şayet bu adam ihtiyacından dolayı bu parayı aldı ise helâl olsun. Şayet bunu bir alışkanlık olarak yaptı ise bu, son hırsızlığı olsun" diye dua etti.124

Kötülerle Güzel Geçim

Yahya b. Ziyâd'ın (rah) çok huysuz bir kölesi vardı. Neden bunu satmıyor veya azat etmiyorsun, dediler. Yahya b Ziyad, "Ben ondan hilmi (yumuşak ve sabırlı olmayı) öğreniyorum" diye cevap verdi.125
Ahnef b. Kays'a (rah) bir kimse söverek arkasından gitti. Ahnef hiç cevap vermedi. Kabilesinin yanına gelince durup, "Daha söyleyeceğin varsa burada söyle. Zira kavmim yaptığını işitir ve görürlerse seni döverler" dedi.126
Adamın biri İbn Ömer'in (r.a) azatlısı Salim'e, "Pis ihtiyar!" diye seslenince Salim şu tepkiyi verir: "Kardeşim, öyle sanıyorum ki tam isabet ettin!"127
Mâlik b. Dînâr'a bir kadın, "Ey mürâi (riyakâr)" deyince, "Benim ismimi Basralılar kaybetmişti, sen buldun" dedi. 128
İsâ aleyhisselâm, yahudilerin yanından geçerken, kendisine çok kötü şeyler söylediler. Onlara güzel davrandı. Yanındakiler, "Onlar sana kötülük yapıyor, sen onlara iyi sözler söylüyorsun" dediklerinde, Hz. İsâ (a.s), "Herkes, başkasına, yanında bulunandan verir"buyurdu. 129
Sahabeden Abdullah b. Abbas'a (r.a) bir kimse sövdü. Buna karşılık olarak, "Bir ihtiyacın varsa yardım edeyim" dedi. Adamcağız başını önüne eğerek ve utanarak özür diledi. 130
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidîn'e bir kimse kötü şeyler söyledi. Hazret elbisesini çıkarıp ona hediye etti.131

Allah Bizi Affetsin

Bir kimse Ebû Bekir-i Sıddîk'a (r.a) kötü şeyler söyledi, o da adama, "Bu söylediklerin yanında benim senin bilmediğin daha nice kötü halim vardır; Allah bizi affetsin" dedi.132
Şa'bî'ye (r.a) biri kötü sözler söyledi. Bunun üzerine Şa'bî, "Hakkımda söylediğin bu sözlerin doğru ise Allah Teâlâ beni affetsin. Doğru değil de yalan söylüyorsan Allah Teâlâ seni affetsin" dedi.133
Hüseyin b. Ali (r. anhüma) kendisine biri küfrettiğinde, "Kardeşim, eğer sözlerin doğru ise Allah sana, doğru söylemenin karşılığı versin; yok sözlerin yalan ise Allah benim yerime senden çok daha ağır bir intikam alır" dermiş.
Mevlânâ Halid (k.s) Şam'da bulunduğu bir sırada 400-500 kişi kadar bir topluluğa sohbet ederken içeriye bir kadın girip, "Evet Halid, evet, eskiden beni sevdiğini unutmuş gibi şimdi oturmuş vaaz ve nasihatte bulunuyorsun" der. Mevlânâ Halid hiç sinirlenmeden sabır ve sükûnetle, eğer böyle bir şey yapmış isem tövbe etmişimdir. Tövbe kapısı her zaman açıktır, kapanmamıştır" cevabını verir.134
Fudayl b. İyâz'a (k.s), "Falanca senin haysiyetine dil uzatıyor" denildiğinde şöyle demiştir: "Vallahi ben ona değil, ona o sözleri söyleten İblis'e öfkeleniyorum" deyip şöyle niyazda bulunmuştur: "Allahım, eğer o kişi doğru söylüyorsa beni bağışla, yok yalancı ise onu bağışla."135
Adamın biri Sevr b. Yezid'e, "Ey Kaderî! Ey Râfizî!" diye seslenince ona şöyle demiştir: "Eğer dediğin gibi isem ben gerçekten kötü bir adamımdır, aksi isem hakkım sana helâl olsun."136

Evimden Boş Gitme

Hz. Tavus'un (rah) evine bir hırsız girmişti. Hırsızı yakaladı. Ona nasihat etti, biraz da para verdikten sonra serbest bıraktı.
Bir gün Ahmed b. Hadraveyh hazretlerinin evine bir hırsız girdi. Her tarafı aradı, fakat götürecek bir şey bulamadı. Eli boş döneceği zaman hazret, "Ey genç! Şu kovayı al su doldur. Abdest al ve namaz kıl. Bu arada evime belki bir şey gelir, sana veririm. Böylece evimden boş dönmemiş olursun" diye seslendi. Genç onun dediği gibi hareket etti. Sabah olunca zengin biri Ahmed b. Hadraveyh'e 150 altın getirdi. Ahmed b. Hadraveyh hazretleri bu parayı gence vererek, "Al bu gece kıldığın namazların karşılığıdır" dedi. Bunun üzerine gence bir hal oldu ve,
"Yolumu kaybetmiştim. İzzet ve cemâl sahibi olan Allah için bir gece hayırlı bir iş yaptım. Bana böyle ikramda bulundu" diyerek tövbe etti ve Ahmed b. Hadraveh'in talebelerinden oldu.


İnsan Olan İnsanca Muamele Eder

Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî (rah) anlatıyor: Kırda oturan bir adamın ayağını bir köpek ısırdı. Hem de öyle kızgınlıkla bir ısırış ki dişlerinden kan damladı. Zavallı adam ayağının acısından yatamazken, küçük kızı babasına sert sert çıkışarak dedi ki: "Babacığım! Senin dişin yok muydu? Sen de onun ayağını ısırsaydın ya!" Babası, ayağının acısından ağlarken güldü ve dedi ki: "Yavrucuğum! Doğru, benim de dişlerim var ve köpeğin ayağını ısırmaya da gücüm yeterdi. Ama dişlerimin köpeğe dokunmasına gönlüm razı olmadı. Hatta kafamı kılıçla kesmek isteseler yine de köpeğin ayağını ısırmam imkânsızdır. İnsana namertler kötülük yapabilir, fakat insan olan köpeklik yapamaz. İnsan insandır, köpek de köpek."137


Başkası İçin Ağlayan Adam

Fudayl b. İyâz diyor ki: "Kabe'de yanımda oturan Horasanlı biri kadar zâhid insana hiç rastlamadım. Tavaf etmek üzere kalkmıştı ki parasını çaldılar. Bunun farkında olunca ağlamaya başladı. Kendisine, "Paran çalındı diye mi ağlıyorsun?" dedim. O, "Hayır, ona ağlamıyorum, yalnız kıyamet günü Allah Teâlâ'nın huzurunda kendisiyle karşılaştığımızda bana karşı verecek cevap bulamayıp perişan olacağını bildiğim için, ona acıdığımdan ağladım" dedi. 138
Medine valisi, İmam Mâlik'ten, bir içtihadından vazgeçmesini istedi. Kabul etmeyince, kırbaçla dövdürdü. İmam Mâlik her vuruşta, "Yâ Rabbi, onları affet, çünkü onlar bilmiyorlar" diyordu. Nihayet bayılıp düştü. Sonra ayılınca da, "Şahit olunuz, ben hakkımı beni dövenlere helâl ettim" dedi. Halife, valiyi cezalandırmak için kendisinden izin isteyince ona, "Hayır, ben onu affettim" dedi.139
İmam Ahmed b. HanbePe (rah) dövülme cezası verildiğinde şöyle demiş: "Allah'ın birine kendisi yüzünden azap etmemesi için kişi bu kadarcık bir hakkı helâl etmekle ne kaybeder?"


Bu Tokat Hata Yapmayan Yerden Bize Geldi

Ebü'l-Hasan el-Bûşencî (k.s), bir gün yolda yürürken, gencin biri gelip ensesine bir tokat vurdu ve gitti. Bu hali görenler gence, "Sen ne yaptın? O zat evliyanın büyüklerinden Ebü'l-Hasan el-Bûşencî'dir" dediler. Genç bunları duyunca çok üzüldü. Hemen geri dönüp, hazretin yanına geldi. Özür dileyip, affedilmesi için yalvarınca, "Sen rahat ol kardeşim. Biz, hakkımız varsa helâl ettik.
Bize bu tokat sizin tarafınızdan gelmedi ki. O, aslında hiç hata yapmayan bir makamdan geldi. Demek, bir kabahatimiz var ki bu hal başımıza geldi"dedi ve istiğfar ederek yoluna devam etti.
Bir keresinde adamın biri Hz. Hüseyin'i tokatlar, ama o sesini çıkarmaz. Bilakis "Bunu kim takdir etti?" der; etrafındakiler, "Allah Teâlâ!" derler. Bunun üzerine o şöyle der:
"Benim Allah'ın kazasını önleyebileceğimi mi sanıyorsunuz?"
Ebû Osman el-Hîrî (k.s), bir gün talebeleriyle beraber yolda yürürken, biri yolun kenarındaki bir evin damından başına kül döktü. Talebeleri bu duruma çok üzüldüler ve adama kızmaya başladılar. Bunun üzerine Ebû Osman el-Hîrî, "Ona kızmayı bırakın, ateşe lâyık olan bir kimsenin başına kül dökülmesine binlerce defa şükretmek lâzım gelir" dedi.140
Rivayete göre, bir bayram sabahı Bâyezid-i Bistâmî hamama gitmiş, yıkanmış, çıkmış. Sokakta giderken bir evden Bâyezid-i Bistâmî'nin başına bir leğen dolusu kül dökülmüş. Daha yeni hamamdan çıkmış o mübarek zatın üstü başı, saçı, sarığı küle bulaşmış. Fakat Bistâmî hazretleri
elini yüzüne sürerek Allah'a şükretmiş ve kendi kendine şöyle demiş:
"Ey nefis! Ben ateşe lâyığım. Kül döküldü, diye hiç kızar mıyım?"141


Şu Anda Meşgulüm

Adamın biri Ebû Zer'e (r.a), "Muâviye'nin Şam'a sürdüğü adam sen misin? Eğer iyi bir adam olsaydın sürmezdi!" deyince Ebû Zer (r.a) şöyle cevap vermiştir: "Kardeşim, önümde sırat gibi tehlikeli bir geçit var, ondan kurtulursam senin söylediklerin bana hiçbir zarar vermez, eğer oradan kurtulamazsam zaten senin dediğinden de kötüyümdür."142
Rebî b. Haysem'e sövdüler. Buyurdu ki: "Benimle cennet arasında bir geçit vardır. Onu aşabilmekle meşgulüm, aşarsam senin sözünden niye korkum olsun, aşamazsam söylediğin bile azdır!"143
Birî Ahnef'e söver, tekrar söver. Ahnef'ten bir karşılık göremeyince, "Yahu, bu zat beni hakir görüyor, cevaba tenezzül etmiyor"der ve uzaklaşır.144
İbn Hübeyre'ye adamın biri söver. İbn Hübeyre yüzünü çevirir. Bunun üzerine adam, "Herif, herif sana sövüyorum, başkasına değil" diye bağırınca, İbn Hübeyre, "Ben de senden yüz çeviriyorum" cevabını verir. 145


Her İşte Yüce Allah'a Bakmalı

İbrahim aleyhisselâma Mecûsî'nin biri misafir olmak istedi. İbrahim (a.s),
"Müslüman olursan seni misafir ederim" deyince, adam bırakıp gitti. Allah Teâlâ İbrahim aleyhisselâma, "Neden onu misafir etmek için dinini değiştirmesini şart koştun? Bana bakmadın mı? Yetmiş senedir beni tanımadığı halde ben ona bakıyorum. Onu misafir etsen hakkında hayırlı olurdu" buyurdu. Bunun üzerine İbrahim (a.s) adamı buldu, evine getirdi ve misafir etti. Mecûsî, "Bu nasıl oldu; önce reddettin, sonra kabul ettin?" diye sorunca, İbrahim (a.s) durumu anlattı. Mecûsî, "Allah Teâlâ, benim için bir dostunu böyle mi uyardı; o ne güzel Allah! O halde bana İslâmiyet'i öğret, ben müslüman olacağım" dedi ve müslüman oldu. 146


Papaz Müslüman Oldu

Bâyezid-i Bistâmî (k.s) siyah cübbe giymiş olarak bir sokaktan geçerken mahallenin müslüman çocukları onu papaz zannederek yolunu kestiler ve bir halka içerisine aldılar. Her biri el kaldırarak, "Papaz müslüman ol, papaz müslüman ol" dediler. Hazret bunlara itaat ederek tekliflerini kabul etti ve, "Peki, olayım yavrularım, müslüman olmak için ne lâzım?" diye sordu. Çocuklar, çocuk imanı ve safiyeti ile kelime-i şehâdeti okudular, hazret de aynen tekrar etti. Çocuklar, "Papaz müslüman oldu, papaz müslüman oldu" diye çağrışmaya başladılar ve anne babalarına müjdeye koştular. Hazret çocukların bu yaşta yüce Allah'ın adını yüceltme duygusuna sahip olmalarına ve içlerindeki mücahidlik gayretlerine hayran olup sevinerek, defalarca Allah'a hamdetti ve sonra o yavruların ihlâsı ve iyi niyeti karşısında kendisinin
imanını yenilediğini söyleyerek Hakk'a şükreyledi.147
Veysel Karanî (rah) yolda giderken çocuklar ona takılır, bazan kendisini taşa tutarlardı. O da çocuklara, "Eğer taş atacaksanız küçük taşlardan atınız ki bacağımı kanatıp namaz kılmama mani olmasın"derdi.148


Tanımayınca Ne Diyeyim?

Biri Bekir b. Abdullah el-Müzenî'ye (k.s) kötü sözler söyledi. O da ona hiç cevap vermeyip sükût etti. O adam bu sefer, daha da ileri gidip daha kötü sözler söyledi. Bunun üzerine, Bekir b. Abdullah'a, "Niçin ona cevap vermiyorsun? Baksana sana neler söylüyor" denilince, "Ben onun hakkında, kötü bir şey bilmiyorum ki ona karşılık ve cevap vereyim. Hem, onun hakkında yalan yere, olmayan şeyleri söyleyip, atıp tutmam da bana helâl değildir" dedi.149


Meleklerin Cevabı

İbnü'l-Müseyyeb (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) ashabının arasında otururken, bir adam Hz. Ebû Bekir'e hakaret ederek kötü sözler sarfetti. Ancak Hz. Ebû Bekir (r.a) adama karşı sükût etti. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. O yine sükût etti. Adam üçüncü
sefer de eziyet verince Hz. Ebû Bekir (adama hak ettiği cevabı vererek) intikamını aldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) hemen kalktı. Hz. Ebû Bekir, "Ey Allah'ın Resulü, yoksa bana darıldınız mı?" diye sordu.
"Hayır, ancak semadan bir melek inmiş, sana söylenenleri tekzip edip yalanlıyordu. Sen intikamını alınca melek gitti, şeytan oturdu. Bir yere şeytan oturdu mu ben orada duramam."150


Sabır ve Neticesi

Mâlik b. Dînâr'ın yahudi bir komşusu vardı. Yahudi, evinin kanalizasyon çukurunu, düşmanlık olsun, diye Mâlik hazretlerinin odasının arkasına yaptı. Odadan içeri sızıntı oluyor, pis koku çok rahatsız ediyordu. Mâlik b. Dînâr, her gün sızıntıları temizler, pis kokuyu giderici güzel kokulu
şeyler yakardı. Yahudi, Mâlik b. Dînâr'ın rahatsız olduğunu anlıyordu. Fakat şikâyete gelmemesine hayret ediyordu.
Mâlik b. Dînâr'ın yerine kendisinin sabrı taştı. Mâlik b. Dînâr'ın evine geldi. Pis kokuyu duyunca dedi ki:
"Ey Mâlik! Bu koku ne?" "Burada kokulu şeyler yakıyorum." "Hayır, bu koku kanalizasyon kokusudur. Bak duvardan sızıyor. Ne diye bana söylemiyorsun?" "Eğer söyleseydim, sen üzülebilirdin. Bizim dinimizde, komşuyu üzmemek ve ondan gelen eziyetlere katlanmak vardır. Komşuyla kavga ve gürültü etmek yoktur." Yahudi bu sözler karşısında sarsıldı. Dedi ki:
"Ben bugüne kadar İslâm dinine düşman idim. Şimdi İslâmiyet'e hayran kaldım. Böyle güzel ve tatlı hükümler ancak hak olan bir dinde bulunur. Ey Mâlik, müslüman olmak için ne lazımsa derhal yapmaya hazırım." Yahudi, kelime-i şehâdet getirdi ve iyi bir müslüman oldu.


Hakaretlere Tek Kelime Dahi Cevap Vermedi

Muhammed Hâşim-i Kişmî şöyle anlatmıştır: "Bir gün camilerden birinin yanında talebelere ayrılmış bir odada oturuyordum. Bir talebe diğer bir talebe ile evliyanın halleri üzerine konuşuyordu. Bir ara bu talebelerden biri, Muhammed Bâkibillâh (k.s) hazretlerinden bahsedip,
"Bugüne kadar çok yerler gezdim. Bu zamanda onun gibi nefsini terketmiş, cefalar çekmiş kimse yoktur" diyerek şöyle anlattı:
"Hâce Kutbüddin hazretlerinin mübarek mezarlarının basındaydım. Aniden, 'Muhammed Bâkibillâh hazretleri geliyor' dediler. Mezara hizmet eden hizmetçi, mezara yakın bir yere, onlar için bir sandalye ve üzerine minder, örtü koydu. Orayı Muhammed Bâkibillâh (k.s) hazretleri için hazırladı. Muhammed Bâkibillâh hazretleri daha teşrif etmeden önce, kendinden habersiz biri içeriye girdi. Gözü sandalyeyi ve üzerindeki örtüyü görünce, "Bu nedir ve kimin içindir?" dedi. Hizmetçi, Muhammed Bâkibillâh hazretlerini göstererek, "Gelen şu aziz içindir" dedi. O kendinden habersiz adam kızarak, kötü söyleyerek, Muhammed Bâkibillâh hazretleri için bağırmaya, sövüp saymaya başladı. Bu sırada Hâce hazretleri içeri girdi. Söven kimse, onu görünce huzurunda, yüzüne karşı daha kötü sözler söyledi ve, "Ey filan! Sen buna lâyık mısın ki senin için buraya minder koysunlar?" dedi. Adam bağırıp çağırmaktan ter içinde kalmıştı. Muhammed Bâkibillâh hazretlerinin orada bulunan talebelerinden birçoğu, onu ikaz etmek istediler. Hazret hepsini göz işaretiyle bu işten vazgeçirip kötü sözler söyleyen o kızgın adamın yanına gidip, yumuşak ve tatlı bir ifadeyle, "Evet, senin dediğin gibidir, ben öyleyim, ben ona nasıl lâyık olurum, benim haberim olmadan bu işi yaptılar. Affediniz efendim ve kalbinizi, bana karşı kötü düşünceden boşaltınız" deyip, kaftanlarının kolu ile o bağıran adamın alnının terlerini sildi. Sonra ona bir miktar da para verdi. Böylece adamın öfkesi yatıştı. Bu hadiseyi nakleden kimse sonra şöyle dedi:
"Ben o adamın bağırıp çağırmaları karşısında Muhammed Bâkibillâh (k.s) hazretlerinin halinde ve konuşmasında en ufak bir değişme görmedim. İşte o zaman yeryüzünde, melek sıfatı ile kimsenin bulunduğunu yakînen anladım." 151


Büyüklerdeki Büyük Ahlâk

Adamın biri Ahnef b. Kays'a (r.a), "Ahnef senin şaşı olduğunu görüyorum, buna rağmen kavmin seni kendilerine nasıl başkan yaptı?" diye sorunca, Ahnef b. Kays adama şu hikmetli cevabı vermiştir:
"Sen, senin üstüne vazife olmayan şeylerle uğraştığın gibi, ben de tam tersine sadece beni ilgilendiren işlerle uğraştığımdan dolayı böyle oldu."
Ebü'd-Derdâ kendisine dil uzatan bir kimseye, "Yahu, beni kötülemekte o kadar ileriye gitme. Biraz da anlaşmaya meydan bırak. Çünkü biz hakkımızda kötü harekette bulunanlara Allah'a itaatten başka bir şeyle mukabele etmeyiz" demiştir.152
Hz. Muâviye fakirlere kumaş dağıttığı esnada fakir bir ihtiyar hissesine düşen kumaşı beğenmeyip, "Ben bunu Muâviye'nin başına vuracağım" diye yemin etmişti. Bunu duyan Muâviye, "İşte başım, yeminini yerine getir. Fakat ben de senin gibi ihtiyarım, yavaş vur" demiştir.153
Yine rivayete göre (sâlihlerden bir zat olan) terzi Ebû Abdullah'a Mecûsî bir komşusu dikiş diktirir ve ücretini kalp para olarak verirdi. Ebû Abdullah, bildiği halde kasten bu parayı kabul eder ve bir şey demezdi. Bir gün, bir iş için bir yere gidip dükkânda bulunmadığı bir sırada, Mecûsî dikiş için verdiği elbiseyi almak için dükkânına gelir ve çırağa yine kalp para vererek elbiseyi almak ister. Çırak, kalp paranın farkına vardığında parayı kabul etmez. Ebû Abdullah
dönünce, meseleyi anlatır. Ebû Abdullah, "Yanlış yaptın; o, öteden beri bana hep kalp paraları
(geçmez akçeleri) verir, ben de başkasını aldatmasın, diye bu parayı alır imha ederdim. Fakat kendisine bir şey söylemezdim" dedi.154


91 Ahzâb 33/21.
92 bk. İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/363; Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 127.
93 Mâlik, Muvatta', Hüsnü'l-Hulk, 1.
34 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 5694; Kâdî iyâz, eş-Şifâ, 1/81; Emevî, Hayâtü'l-Kulûb, s. 270.
95 Müslim, Fezâil, 4; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 1778;İbn Hibbân, es-Sahîh, nr.4537; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/196; Begavî, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebi, 1/180; Kâdî İyâz, eş-Şifâ, 1/82; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 8/503;İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 3/85.
96 Buhârî, Hibe, 28; Edebü'l-Mûfred, nr. 243; Müslim, Selâm, 18; Ebû Davud, Diyât, 6; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5931; Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, 2/86, Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/197; Begavî, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebî, 1/181.
97 Buhârî, Edeb, 68; Ebû Davud, Edeb, 1 (nr. 4775); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/153; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhib, 3/419; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/184; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/318; ibn Ebü'd-Dünya,Mekârimü'l-Ahlâk, nr. 380; Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, 2/386; Begavî,el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/173; Gazâlî, İhya, 2/1471; Kâdî iyâz,eş-Şifâ, 1/83; ibn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s. 65; es-Sîretü Nebeviyye,3/682.
98 Kâdî İyâz, eş-Şifâ, 1/83.
99 Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamber'e (s.a.v) "Rauf" ve "Rahîm" isimlerini vermiştir, bk. Tevbe 9/128.
100 Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd, 2/440; ibn Kesîr, es-Sîretü'n-Nebeviyye, 2/152; Zerkânî, Şerhu alâ Mevâhibü'l-Ledünniyye, 2/52.
101 Ahmed b. Hanbel, el-Mûsned, 5/257; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr.7679-7759; Müsnedü'ş-Şâmiyyin, nr. 1523.
102 Buhârî, Edeb, 27; Edebü'l-Müfred, nr. 626; Ebû Davud, Salât, 148 (nr.
882).
103 Ebû Davud, Taharet, 138 (nr. 380); Tirmizî, Taharet, 112 (nr. 147);Nesâî,Taharet, 45 (nr. 53-56); ibn Mâce, Taharet, 78 (nr. 529); Ahmed b. Hanbel,el-Müsned, 2/239; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 5876; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/194.
104 Buhârî, Enbiyâ, 28; Edeb, 53, 71, 95; Daavât, 19; Edebü'l-Müfred, nr. 390;Tirmizî, Menâkıb, 63 (nr. 3896); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/65; Kandehlevî,Hayâtü's-Sahâbe, 3/22; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebi, 1/177.
105 Attâr, Tezkiretü'l-Evliyâ, s. 108; Ibnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 1/594; Kuşeyrî,Risale, s. 137; Gazâlî, ihya, 3/2337; ibn Mülakkın, Tabakatü'l-Evliyâ,s. 283; Şa'rânî, Levâkıhu'l-Envâri'l-Kudsiyye, s. 467, 837.
106 Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, 1/330.
107 Ildırar-Cağıl, Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni ve Nakşibendi Tarikatı, s. 21.
108 Ildırar-Çağıl, Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî ve Nakşibendî Tarikatı, s. 21.
109 Abdülmecid Hânî, el-Hadâikü'l-Verdiyye, s. 211.
110 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 458.
111 Abdülhakim el-Hüseynî, Sohbetler, s. 37.
112 Abdülhakim el-Hüseynî, Sohbetler, s. 35.
113 bk. Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 361.
114 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 361.
115 Attâr, Tezkiretü'l-Evliyâ (haz. Süleyman Uludağ), s. 676; Mevlânâ, Mesnevi 6/485.
116 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 111.
117 bk. Zehebî, el-Kebâir, s. 191 (İstanbul).
118 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/120.
119 Gazâlî, Ihyâ, 3/1605.
120 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/512.
121 Kuşeyrî, Risale, s. 246; Gazâlî, Ihyâ, 2/1471; Kimyâ-yı Saadet, s. 398.
122 bk. İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/479.
123 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 4/213
124 Gazâlî, Ihyâ, 3/1677.
125 Kuşeyrî, Risale, s. 245; Gazâlî, ihya, 2/1473.
126 Kuşeyrî, Risale, s. 244; Gazâlî, ihya, 2/1473; Kimyâ-yı Saadet, s. 399.
127Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 277.

128 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ,8/339; ibn Acîbe, İkâzü'l-Himem, s. 366; ibnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/204.
129 Gazâlî, Ihyâ, 3/1668; Emevî, Hayâtü'l-Kulûb, s. 270.
130 Gazâlî, İhya, 3/1667.
131 Şa'rânî, Tabakatü'l-Kübrâ, 1/32; Gazâlî, ihya, 3/1667; Yâfiî, Ravzü'r-Reyâhîn,s. 113; Abdülmecid Hânî, el-Hadâikü'l-Verdiyye, s. 35.
132 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 458.
133 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 358; Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s.458.
134 Abdülhakim el-Hüseynî, Sohbetler, s. 37.
135 Şa'rânî, Tenbthü'l-Muğterrin, s. 275.
136 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 277.
137 Şeyh Sa'dî, Bostan, s. 311.
138 Gazâlî, İhya, 3/1677.
139 Kâdî iyâz, eş-Şifâ, 2/45; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 4/485.
140 Gazâlî, İhya, 2/1472; Kimyâ-yı Saadet, s. 398; İbnü'l-Mülakkın, Tabakatü'l-Evliyâ, s. 242; Gümüşhânevî, Velîler ve Tarikatlarda Usul, s. 444.
141 Şeyh Sa'dî, Bostan, s. 301.
142 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 275.
143 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 458.
144 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 360.
145 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 360.
146 Gazâlî, Ihyâ, 3/2336; Kuşeyrî, Risale, s. 134-227.
147 Muhammed Hânî, el-Behcetü's-Seniyye (Adâb), s. 45.
148 Kuşeyrî, Risale, s. 243; Gazâlî, ihya, 2/1473; Kimyâ-yı Saadet, s. 399.
149 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 277.
150 Ebû Davud, Edeb, 49 (nr. 4896); Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5102.
151 Muhammed Hâşim-i Kişmî, Berekât, s. 32.
152 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 358.
153 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 358.
154 Kuşeyrî, Risale, s. 246; Gazâlî, ihya, 2/1472; Kimyâ-yı Saadet, s. 399.

Hiç yorum yok: