29 Kasım 2007 Perşembe

AFFETMEK

Af, "hatayı bağışlamak, silmek, yok etmek ve cezalandırmamak" demektir. Af demek, kısas ve tazminat gibi hak ettiği bir şeyi almayıp sahibine bağışlamak demektir. İnsanların af ile karşılık vermeleri, hem kendilerine yapılan zulmü bağışlamaları hem de ahlâkın iyi ve kolay tarafını seçerek, herkesle iyi geçinmek ve en iyi şekilde idare etmeleri demektir. Arifler, sûfîler, kendilerine karşı suç işleyenlere müsamahakâr davranırlar, Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ahlâkını örnek alarak öfkelerine hâkim olurlar. Evet, Resûlullah nefsi için hiç kimseye öfkelenmemiştir, fakat Allah'ın yasakları çiğnendiğinde kızmış ve gereğini yapmıştır. Hz. Aişe (r.ah) der ki: "Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) bir kere olsun, nefsi adına uğradığı haksızlıktan dolayı intikam almaya kalkıştığını görmedim. Ancak, yüce Allah'ın yasak ladığı haramlardan biri işlendiğinde en fazla o kızardı. Yine Resûlullah (s.a.v) iki şey arasında muhayyer bırakıldığı takdirde, günah olmadıkça, daima kolay olan işi tercih ederdi."188 Ebû Hüreyre (r.a) rivayet ediyor; Resûl-i Ekrem (s.a.v) Mekke'yi fethettiğinde Kabe'yi tavaf edip iki rek'at namaz kıldıktan sonra, Kabe kapısının eşiğini tutarak, Mekkeliler'e, "Ne yapacağımı sanıyor ve benim hakkımda ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Onlar üç defa, "Siz kardeşimiz, amcazademiz, merhametli, halîm selim bir insansınız, sizden ancak iyilik beklenir" dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Ben ancak Yusuf'un kardeşlerine söylediği sözü söylüyorum: Sizi bugün kınamak ve suçlamak yok, Allah sizi af ve mağfiret etsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir 189 buyurdu. Ebû Hüreyre (r.a) devamla şöyle demiştir: "Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) bu sözünü duyanlar, mezarlarından çıkmış gibi yerlerinden kalkarak İslâmiyet'i kabul etmek üzere ona başvuruyorlardı."190 Bunun içindir ki Resûlullah (s.a.v) şöyle demiştir: "Rabbim bana güzel ahlâkı emrederek, '(Sana karşı kusur işleyenlere) af yolunu tut, iyilikle emret ve câhillerden yüz çevir'191 buyurdu."192 Yüce Mevlâ (c.c), "Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır" 193 buyurmaktadır. İbn Ömer'in (r.a) bildirdiğine göre bir adam Resûlullah Efendimiz'e (s.a.v) gelerek, "Hizmetçimi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v) sustu, cevap vermedi. Adam tekrar, "Ey Allah'ın Resulü! Hizmetçimi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Bu sefer, "Her gün yetmiş kere affet!"cevabını verdi.194
KUDRET ANINDA AFFETMEK

Ceza vermeye gücü yettiği halde affetmek çok güzel bir haslettir. Hz. Peygamber (s.a.v), Kureyş'in eline düştüğü bir sırada intikam duygusuna kapılmadı. Bununla bir insanın gösterebileceği en yüksek asaleti ve en güzel ahlâkı gösterdi. Böylece her nesil ve her dönem için iyilik ve gönül yüksekliği bakımından kimsenin ulaşamayacağı bir örnek oldu. İslâm tarihinde mühim bir yeri olan Mekke'nin fethi özellikle İslâm'ın hoşgörü anlayışını aksettirmesi bakımından da büyük önem taşır. Hz. Peygamber (s.a.v), Mekke'yi kan dökülmeden fethetti. Şehre girince de umumi af ilân etti. Yaralıların, kaçanların, esirlerin öldürülmemesini emretti. Mekke'nin yağma edilmesini yasakladı. "Bugün Kabe'de savaşın helâl olacağı gündür" şeklinde sözler sarfeden Sa'd b. Ubâde'yi komutanlık görevinden azlederek elindeki sancağı alıp oğlu Kays b. Sa'd'a verdi.195 Kureyş Hz. Peygamber'e (s.a.v) her türlü hakarette bulunmuştu. Onunla alay etmişler, onu ölümle tehdit etmiş, yoluna dikenler sermiş, üzerine pislikler atmış, boynuna kemend atarak sürüklemiş, ona sihirbaz, kâhin demişlerdi. Dolayısıyla Resûlullah (s.a.v), kimlerin kendisini öldürmek istediğini, kimlerin suikastlar tertiplediğini, kimlerin kendisine ve ashabına işkence yaptığını, kimlerin Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katıldığını ve kimlerin bütün bedevileri etrafına toplayarak kendisini ve İslâm'ı ortadan kaldırmak istediğini çok iyi biliyordu. Bütün bunlar şimdi onun eline düşmüşlerdi. O isteseydi onları öldürebilirdi. Onları öldürmek için Hz. Peygamber'in tek bir sözü bile yeterli olurdu. Fakat o böyle yapmadı; düşmanını ele geçirir geçirmez affetti. O bu güzel ahlâkı ile herkese güzel bir örnek olmuştu.Resûl-i Ekrem'in bu konudaki ahlâk prensibi, düşmanı imha etmek değil, daima onu kazanmayı tercih etmekti. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine karşı yapılan bütün hakaretlerin, bütün haksızlıkların intikamını alabileceği fırsat Mekke'nin fethedildiği gündü. İşte o gün fetih konuşmasında, "Benim size ne yapacağımı zannediyorsunuz?" diye sordu."İyilik ümit ediyoruz. Sen kerim bir kardeş ve kerim bir kardeş oğlusun" dediler.Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), "Gidiniz, serbestsiniz" buyurdu.196Tarihte, zor ve baskı altında tutulup vatanından kovulan, sonra da vatanına dönme imkânını elde edince oradakilere dokunmayan ve intikam alma yoluna başvurmayan herhangi bir şahıs ve toplum bulmak oldukça güçtür. Uzun süren kanlı çarpışmalardan sonra karşı karşıya gelen ve bu karşılaşmada kin ve intikam duygusu bulunmayan iki düşmana rastlamak da zordur. Bunun sırrı, Hz. Peygamber'in müsamaha anlayışında yatmaktadır. Fetihten sonra Mekke halkı sanki mağlup edilmiş bir millet değildi; hak ve vazifeler konusunda zaferi kazananlarla eşit duruma gelmişlerdi. Ya Allah yolunda cihad eden mücahidler ne ile meşguldüler?Onlar, yağma vb. ile meşgul değillerdi; belki de Mekke'yi fethettikleri günün gecesini sabaha kadar tekbir, tehlîl ve Kabe'yi tavafla geçirmişlerdi.197Resûlullah (s.a.v), Mekke'de hiçbir asker bırakmadan Medine'ye çekildi. Mekke'nin idaresini de İslâm'ı yeni kabul etmiş Mekkeliler'e bıraktı. İşte Hz. Peygamber'in bütün bu davranışları, insanların kalbinin nasıl kazanılacağını gösteren ve İslâm'ın hoşgörü anlayışını apaçık ortaya koyan hususlardır. Hz. Muâviye (r.a) demiştir ki: "İnsanların en üstünü, ceza vermeye gücü yettiği halde affedendir. İnsanların aklı en noksan olanı ise kendinden aşağıda ve güçsüz olanlarazulmedenlerdir." Arifler derler ki: "Güçlünün affetmesi ile fakirin cömertlik yapması ahlâkın en güzelidir." Ömer b. Abdülaziz (r.a) der ki: "Affın en güzeli, hasmını ezecek güçteyken yapılandır." Hz. Ali (r.a) bir sözünde şöyle demiştir: "Fazilet, gücü yettiğinde affetmektir." Hz. Ömer de (r.a) şöyle demiştir: "Dört şeyi severim. Bunlar, bulunca iktisat etmek, gücü yeterken affetmek, kızgınlık zamanında hilim göstermek, her zaman Allah Teâlâ'nın kullarına yardımcı olmak."
AFFETMENİN FAZİLETİ
Affetmek, İslâm'da bütün faziletlerin temelini teşkil eden takvaya en yakın meziyettir.198 Bu nedenle Kur'an'da müslümanlar bu fazilete çağırılırken, "Onlar affetsinler, hoşgörsünler. Allah'ın sizleri bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır" 199 buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi Hak Teâlâ insanlara affetmeyi ve müsamahakâr olmayı öğütlemiştir. Bu konuda Hz. Peygamber de (s.a.v), "Allah muhakkak surette kötülüğü affeden kişiyi aziz kılar"200 buyurmuştur. Diğer bir hadiste ise, "Düşmanını cezalandırmaya kudretin varsa, o nimetin şükrünü af ile öde"201 buyurmuştur. Diğer bir hadis-i şerifte ise, "Merhamet ediniz ki merhamet olunasınız. Affedip bağışlayınız ki siz de bağışlanasınız"202 buyurmuştur.Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "Kendisine karşı suç işleyeni bağışlayanın ilk mükâfatı tüm halkın kendisine destek çıkmasıdır."203 İmam Muhammed Şeybânî (r.a) der ki: "Affetmek aklın zekâtıdır."Talha b. Musarrif (r.a) diyor ki: "Affedilmek istediğin hususlarda affedici ol.Nasıl muamele görmek istersen, başkalarına öyle muamele et. Suçlu olarak yakalanıp da affedilen kimsenin ameli gibi amel et. Biri size karşı yaptığı kötü bir muameleden sonra gelip özür dilerse onu güleryüzle karşılayın." Haris el-Muhâsibî de (k.s) şöyle demiştir: "Sana zulmedeni affet."İmam Şafiî (r.a) diyor ki: "Bir kimseyi affedip, ona kin tutmadığım zaman, düşmanlık düşüncesinden kendimi rahata kavuşturdum." 204 Ebü'l-Hüseyin el-Verrâk (k.s) şöyle diyordu: "Ahlâkı düşük kimsenin kalbi dar olduğundan, bir başkasını affetmeye muvaffak olamaz."205 Selâm b. Abdullah el-Bâhilî (k.s) der ki: "Affetmenin lezzeti, kızmanın, intikam almanın lezzetinden daha tatlıdır. Çünkü affın lezzetinin sonu güzel neticedir. İntikam lezzetinin sonu ise kötü neticedir." Ağzı bozuk boşboğazlardan biri Dırâr b. Ka'kaa'ya "Vallahi, bana bir kötü söz söylersen benden on katını işitirsin" dedi. Dırâr da adama, "Vallahi sen de bana on kötü söz söylesen, karşılık olarak benden bir kötü söz işitmezsin" dedi. 206 İbnü'l-Mukanna (k.s), "Kişinin öfkesini yenmesi, özür dilemek zilletine düşmesinden daha iyidir" demiştir. Cafer b. Muhammed şöyle diyordu: "Bağışlamaktan ötürü duyacağım pişmanlığı cezalandırmaktan dolayı hissedeceğim pişmanlığa yeğlerim!"207 Hz. Ali (r.a) ile Âmir b. Mürre arasında şöyle bir konuşma geçmiştir: Hz. Ali, "İnsanların ahmağı kimdir?" diye sordu, Âmir, "Kendini en akıllı zanneden kimsedir" dedi. Hz. Ali, "En akıllı kimdir?" diye sordu. Âmir, "Basit ve düşük tabiatlı kimselerin edepsizce davranışlarına karşı sükût ile cevap verendir" dedi. Ebü'l-Hüseyin el-Verrâk (k.s) şöyle diyordu: "Affetmekte edep, insanın affettiği kimsenin ayıbını bir daha hatırlamamasıdır."208
AFFETMEK BÜYÜKLERİN AHLAKIDIR
Affetmek büyüklerin ahlâkı, imanın kemali, güzel yaşamanın sebebi, rahatlığın nedeni ve doğruya ulaşmanın yoludur. Affetmek, Allah'ın ve insanların sevgisinin kazanılmasına, fitnelerden emin, belâlardan uzak olunmasına sebeptir. Büyüklerden Ahnef b. Kays (k.s) demiştir ki: "Bir kimse bana düşmanlık etse, ben ona şu üç halden biriyle karşılık veririm. Bu kimse benden yaşlı ise ona saygı duyar, karşılık vermem. Benden küçük ise onun için kötü muamele yapmaya tenezzül etmem. Akranım ise ona af ve iyilikle muamele ederim." 209 Teymî, "Eziyetlere tahammül göstermek sevgi doğurur" demiş ve şu olayı anlatmıştır:Bir keresinde bir suçluyu İbn Zübeyr'in huzuruna getirdiler. O da adamı cezalandırmak için kırbaç istedi. Suçlu, "Kıyamet günü huzurunda benim senin önünde düştüğüm zilletten senin daha hor olacağın zat adına beni bağışlamanı diliyorum" diye yalvarınca İbn Zübeyr koltuğundan indi, yanağını toprağa koydu ve, "Peki, bağışladım"dedi. 210 Recâ b. Hayve (rah), bir gün Abdülmelik b.Mervân'ın yanında bulunuyordu. Orada, birinden kötü bir şekilde bahsedildi. Abdülmelik, "Vallahi! Allah Teâlâ nasip ederse, elime geçtiğinde, ben ona yapacağımı biliyorum" dedi. Bir gün o şahsı yakalamış, ona ceza vermek üzere kalkmıştı. Bu sırada, orada bulunan Recâ b. Hayve, "Ey müminlerin emiri! Allah Teâlâ, sana istediğin şeyi nasip etti (Sen böyle arzu etmiştin. Cenâb-ı Hak da sana, istediğin gibi fırsatı verdi). Öyleyse sen de Allah Teâlâ'nın sevdiği şeyi yap; onu affet" dedi. Bu söz üzerine, Halife Abdülmelik b. Mervân, o şahsı hemen affetti ve ona ihsanlarda bulundu.Rivayete göre hırsızın biri, Ammâr b. Yâsir'in (r.a) çadırına girdi ve yakalandı. Yanındakiler Ammâr b. Yâsir'e, "Bu bizim düşmanımızdır, elini kes" diyenlere o, "Hayır, ben onun bu kusurunu gizleyeceğim. Umulur ki bu sayede Allah Teâlâ da kıyamet günü benim kusurlarımı gizler" dedi. 211 Katâde'ye, "En güçlü insan kimdir?" diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "En çok bağışlayan!"212 Adamın biri Ömer b. Abdülaziz'e gücendirecek bir söz söyleyince Ömer, "Beni güç ve kuvvetime güvendirip bugün ettiğim intikama bedel kıyamette benden intikam aldırmak için şeytanın hilesine düşürmek istiyorsun. Git Allah senin iyiliğini versin"diye savdı. 213 Reslân ed-Dımaşkî (k.s) der ki: "Eğer kendinde, sana düşman olan kimseyi yenmeye bir güç bulursan; bulduğun bu güce, kuvvete şükür olarak onu affet."214 Esma b. Hârice el-Fezârî demiştir ki: "Hiç kimseyle asla çekişmeye girmedim; çünkü beni rahatsız edecek kimseler iki tür insandır. Birincisi, şerefli asil insandır; ondan hata ve bilmeden bazı davranışlar meydana gelir; bu durumda bana onları affetmek ve kendisine iyi muamelede bulunmam düşer. Bana sıkıntı veren alçak tabiatlı bir kimseyi de karşıma alıp şeref ve haysiyetimi onun saldıracağı bir hedef haline getirmem." Sonra bu halini şu şiirle dile getirmiştir:"Şerefli bir kimsenin hatalarını, Affederim, bilmeden yaptıklarını.Alçak kimseyle de yüz yüzegelmem, Şerefimi korur, ona imkânvermem."215

188 Buhârî, Menâkıb, 23; Hudûd, 10; Edebü'l-Müfred, nr. 274; Müslim, Fezâil, 20; Ebû Davud, Edeb, 4; Mâlik, Muvatta', Hüsnü'l-Hulk, 1 (nr. 2); Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 8067; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 488.
189 Yûsuf 12/92.
190 Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd, 5/242; Gazâlî, ihya, 3/1674; Kâdî iyâz, eş-Şifâ, 1/84; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1/315.
191 A'râf 7/199.
192 Buhârî, Tefsîru A'râf, 5; Ebû Davud, Edeb, 4 (nr. 4787).
193 Bakara 2/237.
194 Ebû Davud, Edeb, 123 (nr. 5164); Tirmizî, Birr, 31 (nr. 1949).
195 İbnü'l-Esîr, Üsdû'l-Gâbe, 2/300; ibn Hacer, el-isâbe, 5/360; ibn Kesîr, es-Siretü Nebeviyye, 3/559.
196 Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd, 5/242; Kâdî lyâz, eş-Şifâ, 1/81; İbn Hişâm, Sîre, 4/47; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1/315; ibn Kesîr, es-Sîretü Nebeviyye, 3/570.
197 ibn Kesîr, es-Sîretü Nebeviyye, 3/576; Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd, 5/246; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1/743.
198 bk. Bakara 2/237.
199 Nur 23/22.
200Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/235; Taberânî, Mekârimü'l-Ahlâk, nr. 62.
201Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1923; Sehâvî, el-Makasıd, nr. 799.
202 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 380; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/97.
203 Şa'rânî, Tenbfhü'l-Muğterrîn, s. 275.
204 Şafiî, Dîvân, s. 82.
205 Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 299; Şa'rânî, Tabakatü'l-Kübrâ, 1/101.

KÖTÜ HUY

İnsan iki şeyden ibarettir. Suret ve sıfat. Hüküm sıfata göredir, surete göre değil. "Allah Teâlâ, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize bakar"155 hadisi buna işaret etmektedir. Ancak insanın gerçek sıfatı âhirette görünür. Çünkü orada her şeyin hakikati ortaya çıkar. İnsanın zahirî sureti âhirette değişir; herkes kendi sıfatına uygun şekilde haşrolunur. Nitekim Bel'am b. Bâûrâ, o kadar taatiyle birlikte, köpek suretinde haşrolunacaktır. Âyet-i kerîmede onun hakkında, "Onun hali köpeğe benzer"156 buyrulmuştur. Bunun gibi, -Allah korusun- dünyada zulmeden, başkasının malına, canına tecavüz eden kimse âhirette kendini kurt suretinde, kibirli olan kimse kaplan suretinde; cimri ve namusunu kıskanmayan kimse de kendini domuz suretinde bulacaktır.Âyet-i kerîmede, "Şimdi senin perdeni açtık! Artık bugün gözün keskindir"157 buyrulması, bunu gösterir. İnsan, bu kötü sıfatlardan temizlenmedikçe hayvanlar arasında yer almaktadır. Âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyurur:"İşte onlar, hayvanlar gibidir; doğrusu daha sapık ve aşağıdırlar."158 Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi ise ancak Allah'a sığınmak ve O'ndan yardım istemekle mümkündür. Yüce Mevlâ (c.c) âyet-i kerîmede, Hz. Yusuf'un (a,s) dilinden bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:"Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabbim'in koruduğu nefis müstesnadır. Zira Rabbim çok affeden ve çok acıyandır."159 Hakk'ın ihsanı ve yardımı olmadıkça, nefis günahlardan arınıp temizlenmez. Bu konuda yüce Mevlâmız şöyle buyurmuştur:"Eğer üzerinizde Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyen (günah kirinden) temizlenemezdi. Fakat Allah dilediğini temizler."160

KÖTÜ HUY ve İLÂÇLARI

Müslümanın her şeyden önce kalbini temizlemesi gerekir. Çünkü kalp, bütün bedenin reisidir. Bütün uzuvlar kalbin emrindedir. Hz. Peygamber (s.a.v), "İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa bütün uzuvlar iyi olur. Bu kötü olursa bütün organlar bozuk olur. Dikkat edin ki bu uzuv kalptir"161 buyurmuştur. Yani bu, yürek denilen et parçasındaki gönüldür. Bunun iyi olması, kötü ahlâktan temizlenmesi ve iyi ahlâk ile tezyin edilmesidir. Kötü ahlâk kalp hastalıklarının en büyüklerindendir. Bunun tedavisi oldukça güçtür. İlâçlarını iyi bilmek ve iyikullanmak lâzımdır. Huy, kalpteki meleke ve kalpteki arzu, hal demektir. İnsanın itikadı, sözleri, hareketleri, hep bu kuvvetten hâsıl olmaktadır. İhtiyarî hareketleri, huyunun eserleridir.Ahlâkı değiştirmek, kötüsünü yok edip yerine iyisini getirmek mümkündür. "Ahlâkınızı iyileştiriniz", "Allah ve Resûlü'nün ahlâkı ile ahlâklanınız" hadisleri buna işarettir. Zira İslâmiyet mümkün olmayan şeyi emretmez. Kötü huyların hepsi için müşterek ilâç; hastalığı, zararını, sebebini, zıddını ve ilâcın faydasını bilmektir. Sonra, bu hastalığı kendinde teşhis etmek, aramak, bulmak gelir. Bu teşhisi kişi kendisi yapar. Yahut bir âlimin, rehberin bildirmesi ile anlar. Mümin, müminin aynasıdır. İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da kusurunu öğrenir. Sadık olan dost, onu tehlikelerden, korkulardan muhafaza eden kimsedir.Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp yüzüne çarpar. İyi arkadaşlar ise insanın ayıplarını pek görmezler. Biri İbrahim b. Edhem hazretlerine, ayıbını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, ibrahim b. Edhem, "Seni dost edindim. Her halin, hareketlerin, bana güzel görünüyor. Ayıbını başkalarına sor" dedi. 162 Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa bundan kurtulmaya çalışmak da kötü huyların ilâçlarındandır. "Mümin müminin aynasıdır"163 hadisinin mânası budur. Yani başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsâ peygambere, bu güzel ahlâkını kimden öğrendin dediklerinde, "Bir kimseden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen huylarından uzak durdum. Beğendiklerimi de yaptım" demiştir. Lokman Hekim'e, "Edebi kimden öğrendin?" dediklerinde, "Edepsizden!" dedi. Selef-i sâlihinin, ashâb-ı kiramın, velîlerin hayat hikâyelerini okumak da iyi huylu olmaya sebep olur. Kendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak lâzımdır. Çünkü insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Bu da ancak Allah Teâlâ'nın rızâsını ve sevgisini her şeye tercih etmek, O'nu her şeyden önde tutmak, O'nun yasak ettiği ve gazabına sebep olan şeylerden sakınmakla olur. Kalplerin sıhhati ve hayat sahibi olması ancak bununla mümkün olur. İyi huylu olmak ve iyi ahlâkını muhafaza edebilmek için, sâlih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. İnsanın ahlâkı, arkadaşının huyu gibi olur. Ahlâk, hastalık gibi bulaşıcıdır. Kötü huylu ile arkadaşlık etmemelidir. Büyüklerden Hamdûn el-Kassâr (k.s), "Kimde iyi bir haslet görürsen, sakın ondan ayrılma ki o iyilikten sana da bulaşsın" demiştir. 164 Kötü huylu kimselerle sohbet edip arkadaşlıkta bulunanlara, onların kötü sıfatları sirayet eder. İyi kimselerle sohbet eden kimselere de o kâmil kimselerin kemalleri sirayet eder. Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî hazretleri bir beytinde der ki: "Bir gün hamama gittiğimde hoş kokulu bir çamur gördüm. Dostumun elinden elime ulaştı. Ona dedim ki: Misk mi amber misin? Ki gönülleri yakan kokundan mest oldum. Cevap olarak dedi ki: Ben naçiz bir çamurum. Lâkin bir müddet gül ile beraber bulundum. Onunla oturmam bende bu kemal eseri bıraktı. Eğer böyle olmazsa ben bildiğiniz gibi bir çamurum. Ancak azizlerin saçlarında ve sakallarında yer buldum, aziz oldum. Aslında hor ve bayağı bir toprağım."165 Yine bu büyük zat şöyle demiştir: "Halkın, Kabe örtüsünü öptüğünü görüyorsun. O, ipek böceğinin kozasından yapıldığı için şöhret bulmadı. Birkaç gün bir mukaddesle bir arada bulundu da onun için aziz oldu." 166 Yani birkaç gün o örtü Kabe duvarına asıldı. Faydasız şeylerden, oyunlardan, zararlı şakalaşmaktan ve münakaşa etmekten uzak durmalıdır. İlim öğrenmeye ve faydalı işler yapmaya ve iyi insanlarla birlikte olmaya çalışmalıdır. Ahlâkı bozan, şehveti harekete getiren radyo ve televizyon rogramlarından da sakınmalıdır.

BEŞERİYETİN FELÂKETİ

İnsana dünya ve âhirette zarar veren her şey, kötü ahlâktan meydana gelmektedir. Yani zararların, kötülüklerin başı, kötü huylu olmaktır. Âişe validemizin (r.ah) bildirdiği hadis-i şerifte, Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:"Her günahın tövbesi vardır. Fakat kötü ahlâk sahibi böyle değildir. O, bir günahtan tövbe eder, sonra ondan daha kötü bir işe başlar."167 Ebû Saîd el-Hudrî (r.a), Allah Resûlü'nün (s.a.v) şöyle buyurduğunu haber verir:"İki haslet vardır ki bir müminde asla beraber bulunmaz.Bunlar cimrilik ve kötü ahlâktır. 168 Hz. Ebû Bekir'in (r.a) bildirdiğine göre Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kötü muamele sahibi cennete giremez."169 Müminlerin Emiri Ömer b. Hattâb (r.a) şöyle demiştir: "Bir kişinin dokuz güzel huyu yanında bir kötü huyu olsa, tek huyu diğer dokuz huyunu bastırır. Bunun için sizler dilin sürçmelerinden korununuz."170 Hz. Peygamber'e (s.a.v) filan kadın gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılar, fakat huyu kötüdür, komşularını diliyle incitir, dediklerinde, "Onun yeri cehennemdir"171 buyurmuştur.Tabiîn devrinde yetişen büyük âlim ve velî Vehb b. Münebbih (r.a) şöyle der: "Kötü huylu adam kırılmış çömlek gibidir, kendisinden ne faydalanılır ne de çamura dönüştürülebilir." 172 Yine büyüklerden Hasan-ı Basrî de (r.a) şöyle demiştir: "Huyu kötü kişiye ilk kötülüğü kendi kötü huyu yapar.Âleme bak, kötü huy herkesten önce sahibini huzursuz eder."173 Yine tabiînin büyüklerinden Ebû Hâzim'in (r.a) şöyle dediği bildirilmiştir: "Kişi evine girdiğinde, şen şakrak gülmekte olan aile fertleri kendisinden korkarak dağılırlarsa bu onun kötü huylu olduğunu gösterir. Yine kendisini gördüğünde kedinin kaçması, köpeğin duvara çıkması da onun kötü huylu olduğunun birer emaresi sayılır."174 Geçmiş büyükler şöyle demişlerdir: "Edepsizliğinden korkularak halkın kendisinden uzaklaşması, kişinin münafıklığının bir nişanıdır." İmam Şafiî (r.a) şöyle diyordu: "Alçak kişinin bir belirtisi de şudur: Mevkii yükseldiğinde akrabalarına kaba davranır, tanıdıklarını tanımazlıktan gelir, faziletli ve onurlu kişilere karşı böbürlenir."175 İbn Abbas (r.a) şöyle nakletmiştir: "Allah Teâlâ Hz. Musa'ya şöyle vahyetti: Ey Musa, mahlûkatım içinde en kızdığım kişi kalbi kibirli, dili kaba, eli cimri ve huyu kötü olandır."Ahnef b. Kays (r.a), bir cemaate, "Hastalığın en şiddetlisini haber vereyim mi?" dedi. Onlar, "Evet" deyince, "Kötü huy, bozuk dil" cevabını verdi. 176 Hz. Ali (r.a) şöyle diyordu: "Kötü ahlâkla şeref beraber bulunmaz."177 Bişr-i Hâfî (k.s) diyor ki: "Dünya ve âhirette elem ve kederlerden kurtulmak isteyenler, kötü ahlâk sahipleriyle görüşmemelidir."Ebû Bekir el-Verrâk (k.s) derdi ki: "Kötü huydan, haramdan sakınır gibi sakınınız."Yine bu zat şöyle demiştir: "Kötü istekler, insana hâkim olunca kalp kararır. Neticesinde göğüs, kalp daralır, huy kötüleşir, sevilmez olur. Zulmetmeye başlar. Bu artık insan değildir. İnsan kılığında bir şeytandır."178 Abdullah b. Mübarek kötü huylu bir kimse ile yolculuk yaptı. Ayrılınca, ağladı. Kendisine, "Niçin ağlıyorsun?" dediklerinde, "O zavallı benim yanımdan gitti. O kötü huyu da onunla beraber gitti ve ondan ayrılmadı"dedi.179 Yahya b. Muâz (k.s), "Ey arkadaş! İman kesene dikkat et. Riya ve kötü huy fareleri onu kemirmesin!" derdi.Ahnef b. Kays (r.a) demiştir ki: "Yalancı kişide şahsiyet yoktur! Hasetçi, hiçbir zaman huzura ermez! Cimri, sorunlarını çözememiş biridir! Kötü ahlâkla efendilik olmaz. Tembel ve korkak kişi kardeşlikten anlamaz."180 Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî de (k.s) şöyle demiştir:"Sende zulüm, haset, hırs, merhametsizlik ve bunlar gibi kötü huylar olduğu halde, bunlardan dolayı kendine gücenmiyorsun da bunları bir başkasında görünce ürküp rahatsız oluyorsun. Bu ürküş, insanın kendisinden ürkmesidir."İbn Ata (k.s) der ki: "Ahlâk iyi olmadıktan sonra, kılınan namazın, tutulan orucun çok olmasının fazla bir önemi yoktur. Hatta sadaka ve mücahede (nefsini yenmeye çalışma) bile hiçtir. Bu yolda yükselenler, ne namazla ne de oruçla yükseldiler. Ne sadaka ile ne de mücahede ile üstün dereceler buldular. Yükselen, ancak iyi huyla yükseldi.Çünkü Resûl-i Ekrem Efendimiz,'Kıyamet günü, bana en yakın olanınız, huyu ve ahlâkı en güzel olanınızdır'181 buyurmuştur."182 İmam Gazâlî (k.s) şöyle demiştir: "Kötü huylar yılan ve akrep gibidir; hatta daha fenadır. Yılan ve akrep insanın dünya hayatını söndürür. Kötü huylar ise ebedî saadeti mahveder."Fudayl b. İyâz (k.s), "Güzel huylu bir fâsıkla arkadaşlık etmeyi, kötü huylu hafızla arkadaşlık etmekten daha çok severim" demiştir.183 Zünnûn el-Mısrî'ye, "İnsanların en dertli ve kederlisi kimdir?" diye sorduklarında, "Ahlâkı en kötü olandır" demiştir. 184 Bişr b. Mansûr es-Süleymî'nin (k.s) bir sözü: "Kişi haramdan sakındığı gibi kötü ahlâktan da sakınsın."Seni b. Abdullah et-Tüsterî (k.s) der ki:"Makamların en üstünü; kötü bir huyu, iyi bir huya çevirmektir."Bişr b. Ömer'in (r.a) bir sözü: "Kötü huylu hicrana (Hak'tan ve halktan ayrı kalmaya) mahkûmdur."185

Yüz Güzelliği Huy Güzelliği

Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî anlatıyor:Bir padişah iki köle satın aldı. Kölelerden biri çok temiz yüzlü inci dişli biriydi, nefesi gül gibi kokuyordu. Diğeri oldukça çirkindi, dişleri çürümüş, ağzı kokuyordu. Önce güzel yüzlü köle ile konuştu. Onu kalben zeki ve tatlı dilli buldu. Zaten tatlı bir dudaktan ne doğar? Şeker suyu gibi cevap işitilir. İnsan dilinin altında gizlidir. Bu dil ruh kapısının perdesidir.Padişah o köleyi zekâ sahibi görünce onu bıraktı, öbürüne gel diye işaret etti. Fakat o padişahın huzuruna yaklaşınca ağzının koktuğu ve dişlerinin simsiyah olduğu anlaşıldı.Padişah ona,"Ağzın kokuyor, dişlerin siyah ama otur da bir iki hikâye söyle ki aklının derecesini anlayayım" dedi. Zeki köleyi de, "Git yıkan diye" hamama yolladı. Berikine, "Aferin sen zeki bir çocuksun. Kapı yoldaşının dediği gibi değilsin. O hasetçi köle senin hakkında o hırsızdır, ahlâksızdır, namerttir deyip bizi senden soğutmuştu" dedi. Köle dedi ki:"O daima doğru sözlüdür. O bende birtakım ayıplar görmüştür. Bense onları kendimde görmemiş olabilirim."Padişah,"O senin ayıplarını söylediği gibi sen de onun kusurlarını söyle" diye ısrar edince köle, "Onun ayıbı şefkat, vefa, insaniyettir. Onun ayıbı sadakat ve dostluktur. Onun en küçük ayıbı mertlik, yiğitlik, fedakârlık, yardımseverlik, cömertlik ve adalettir. Hem öyle bir mertlik ve cömertlik ki icabında canını bile verir" diye arkadaşını methetti. Padişah, "Arkadaşını methederken ileri gitme. Sonra ben onu imtihan ederim de sen de mahcup olursun" dediyse de köle,"Vallahilazim, billahilkerîm, rahman ve rahîm Allah'a yemin ederim ki medihte mübalağa etmiyorum. Kapı yoldaşım ve arkadaşımın sıfatları şu söylediklerimden yüz kat fazladır" diye hüsnüzanda bulunuyordu. Padişahla köleyi bu minval üzere konuşurken öbür köle hamamdan dönmüştü. Padişah ona da dedi ki:"Sıhhat ve afiyetler olsun. Sen latif, zarif ve güzelsin. Ne olurdu sende arkadaşının haber verdiği kötü huylar olmasaydı."Köle bunu duyunca,"Padişahım, o dini harabın benim hakkımda söylediklerini lütfen bildir" diye kükredi. Padişah dedi ki:"Evvela senin ikiyüzlü bulunduğunu, görünüşte ilaç hakikatte dert" olduğunu söyledi. Köle bunları padişahtan işitince ağzı köpürdü, yüzü kızardı, hiciv ve kötüleme dalgaları coştu ve, "Bana arkadaş olalıdan beri kıtlığa uğramış köpek gibi birçok saçma ve lüzumsuz konuşurdu" diye söze başlar başlamaz padişah,"Yeter artık ikinizin de özünü, aslını anladım, onun ağzı kokuyor, senin ise için kokuyor. Ey canı kokmuş, ahlâkı bozuk, geride ve uzakta dur. Arkadaşın amir olacaktır. Sen onun emrinde memur olacaksın, haydi git" dedi. 186 Mevlânâ bu kıssa ile, "Cenâb-ı Hak, sizin suretlerinize ve amellerinize bakmaz, belki kalplerinize ve niyetlerinize bakar" 187 hadisinin mealine işaret etmiştir.Bahsedilen kölelerden biri çirkindi, ağzı da kokuyordu, fakat ahlâkı güzeldi, hüsnüzan sahibiydi, diğeri ise güzel yüzlü ve güzel söylüyordu, ancak özü berbattı. Netice birincisi padişahın makbulü, ikincisi menfuru oldu. Demek ki gerçek güzellik yüzde değil özde bulunmak gerek.

155 Müslim, Birr, 10; Ibn Mâce, Zühd, 9 (nr. 4143); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,2/285; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10477; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 5262.
156 A'râf 7/176.
157 Kaf 40/ 22.
158 A'râf 7/179.
159 Yûsuf 12/53.
160 Nûr 24/21.
161 Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsâkât, 20; Dârimî, Büyü, 1 (nr. 2524).
162 Kuşeyrî, Risale, s. 295.
163 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 238; Ebû Davud, Edeb, 49; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 4985; Taberânî, Mekârimü'l-Ahlâk, nr. 92.
164 Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 128; İbnü'l-Mülakkın, Tabakatü'l-Evliyâ, s. 359.
165 Muhammed Diyâüddin, Mektûbât, 14. Mektup; Şah-ı Hazne, Mektûbât, 12. Mektup; Eşref-i Rûmî, Müzekki'n-Nüfus, s. 449.
166 Şeyh Sa'dî, Gülistan, s. 233 (tercüme, s. 151).
167 Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, 3/413; nr. 2745; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 12697; Deylemî, Firdevsü'l-Ahbâr, nr. 6539.
168 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 282; Tirmizî, Birr, 41; Beyhakî, Şuabü'l-lmân,nr. 8018; Harâitî, Mesâviu'l-Ahlâk, nr. 9.
169 Tirmizî, Birr, 29 (nr. 1946).
170 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 336.
171 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 119; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, 3/456;Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, nr. 4992.
172 Gazâlî, İhya, 2/1439; Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 336.
173 Gazâlî, İhya, 2/1439; Şa'rânî, Tenbihü'l-Muğterrîn, s. 336.
174 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 337.
175 Şa'rânî, Tenbihü'l-Muğterrîn, s. 341.
176 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 628.
177 Abdülmecid Hânî, el-Hadâiku'l-Verdiyye, s. 26.
178 Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 226.
179 Gazâlî, ihya, 2/1439; Kimyâ-yı Saadet, s. 385.
180 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/140.
181 Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 272; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, 3/406; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 7986; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 12689; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 480.
182 bk. İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 1/570; Gazâlî, İhya, 2/1439.
183 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/96; Kuşeyrî, Risale, s. 245; Gazâlî, İhya, 2/1439; Kimyâ-yı Saadet, s. 385.
184 Kuşeyrî, Risale, s. 243.
185 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 336.
186 Mevlânâ, Mesnevi Tercümesi, 2/324.
187 Müslim, Birr, 10; İbn Mâce, Zühd, 9 (nr. 4143); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,2/285; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10477; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 5262.

GÜZEL AHLÂK ÖRNEKLERİ

Hiç şüphe yoktur ki her yüce ahlâkta ve övülmüş sıfatta en üstün örnek, beşeriyetin efendisi Hz. Muhammed'dir. O, her şeyde tam bir örnek teşkil etmektedir. Hak Teâlâ bu hususu şöyle ifade etmektedir:
"Andolsun ki sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü ümit eden ve Allah'ı çokça anan kimseler için, Resûlullah'ta güzel bir örnek vardır." 91
Zira onu Rabb'i terbiye etmiş ve terbiyesini en güzel bir şekilde gerçekleştirmiştir. O da ümmetinin her tür övülmüş huy ve olgun davranış üzere terbiyesine büyük bir özen göstermiştir.
Geçmiş büyüklerden her biri -Allah onlardan razı olsun- güzel ahlâkta başlı başına bir örnekti. Bu onların hayatında ve yaşantılarında açıkça görülmektedir. Büyük velî Hamdûn el-Kassâr (k.s) der ki:
"Geçmiş büyüklerin ahlâk ve yaşayışlarını inceleyen, kendi kusurlarını anlar ve büyüklerden geri kalma sebeplerini öğrenir. Ashâb-ı kiramın, selef-i sâlihinin, velîlerin hayat hikâyelerini okumak, insanın iyiliğe yönelmesine ve iyi huylu olmasına sebep olur."92
Ariflerin bir güzel ahlâkı da kaba tabiatlı insanlara karşı nazik ve yumuşak davranmalarıdır. Onlar bu huyun gereğini yerine getirirken Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadisiyle amel ediyorlardı:
"İnsanlara karşı güzel huylu ol."93
Düşmanına Bile Rahmet Okuyan Peygamber
Uhud Gazvesi'nde Resûlullah'ın (s.a.v) mübarek yüzü yaralanıp dişi kırılınca, ashâb-ı kiram çok üzüldüler. Resûlullah'a (s.a.v), "Beddua et, Allah Teâlâ, cezalarını versin" dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Ben lanet etmek için gönderilmedim. Hayır dua ve mahlûkata merhamet etmek için
gönderildim" buyurdu ve peşinden, "Yâ Rabbi! Bunları hidayet et. Onlar hakkı bilmiyorlar" diye dua etti. Düşmanlarını affetti.94
Yine bir defasında Resûl-i Ekrem (s.a.v) harp için yapılan bir yolculuk esnasında, ashâb-ı kiramdan ayrılmış, bir ağacın altında istirahat buyuruyordu. Gavres b. Haris adında bir müşrik, aniden onu öldürmek için gelip kılıcını çekti. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) başucunda durup, "Söyle bakalım, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" dedi.
Resûlullah Efendimiz de (s.a.v) yüksek sesle, "Allah!" buyurdu.
O anda adamın elinden kılıcı düşüverdi. Bu defa Peygamber Efendimiz kılıcı alarak ona, "Ya seni şimdi benim elimden kim kurtaracak?" diye sordu. Adam çok korktu, titredi ve yalvarmaya başladı. "Ne olur beni öldürme! İntikamını alsan da, intikam alanların en hayırlısı sen ol" dedi.
Resûl-i Ekrem (s.a.v) onu bağışlayıp salıverdi. Adam koşarak kavmine geldi ve onlara, "Şu anda, insanların en hayırlısı olan kimsenin yanından geldim"dedi.95
Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) güzel ahlâkına dair bir diğer hadise de kendisini zehirleyen yahudi kadını, suçunu itiraf ettikten sonra affetmesidir. Bilindiği gibi kadın, Peygamberimizi
(s.a.v) ve ashabını yemeğe davet edip kızartılmış zehirli koyunu önlerine koydu. Önce Peygamber Efendimiz (s.a.v) yemeğe başladı, eti ağzına alınca, et ilâhî izinle dile gelip, "Ben zehirliyim, benden yeme!" diye ses verdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) hemen ağzındaki eti çıkardı, ashabını da uyardı. Herkes sofradan elini çekti. Kadın yakalandı, suçunu itiraf etti. Bunu niçin yaptığı sorulunca şöyle dedi:
"Eğer bu zat gerçek peygamber ise zehirli et ona zarar vermez; yok sahte bir peygamber ise ölür de halk ondan kurtulur, diye düşündüm" dedi. 96 Resûlullah (s.a.v), kadını affetti, ona hiçbir ceza uygulamadı.

Herkes Fıtratınca Davranır

Hz. Enes (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber'le birlikte yürüyordum. Üzerinde Necran'dan gelme kenarı kalın bir cübbe vardı. Bir bedevî cübbenin eteklerine asılarak öyle bir çekti ki Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ensesi kızardı ve cübbe onun mübarek ensesinde iz bıraktı. Ve sonra şöyle dedi:
"Yâ Muhammed (s.a.v), benim şu iki deveme, yanında bulunan ganimet mallarından mal yüklet! Sen kendin ve babanın malından mal yükletmiyorsun ya!"
Resûl-i Ekrem (s.a.v) biraz sükût ettikten sonra şöyle buyurdular:
"Mal Allah'ın malıdır. Ben de onun kuluyum."
Sonra şöyle buyurdu:
"Ey Arabî! Bana yaptığın bu şeyin tıpkısı ceza olarak hakkında tatbik edilsin mi?" Bedevî, "Hayır, çünkü sen kötülüğe, kötülükle mukabele etmezsin" dedi.
Bu cevap karşısında Hz. Peygamber (s.a.v) güldü.
Sonra onun bir devesine arpa, bir devesine de hurma yükletilmesini emretti. 97
Yine Resûl-i Ekrem (s.a.v), Kureyş'in amansız eziyetleri karşısında canına kasteden kavmi için,
"Allahım! Kavmimi affet, onları hidâyetine sevket. Çünkü onlar bilmiyorlar!" diye hayır dua ediyordu.
Kâdî İyâz (rah.), Peygamber Efendimizin (s.a.v) bu duasındaki rahmet ahlâkını şöyle anlatır:
"Ey insan! Şu sözde bulunan fazilet, güzel ahlâk, büyük kerem, üstün sabır ve hilme bak!
O, kavminin kendisine yaptıklarına sadece sükût edip onları bağışladığını göstermedi. Onlara şefkat ve merhamet etti. Kendileri için şefaatçi olup,
'Allahım! Kavmimi hidayet et! Onları affet! Zira onlar bilmiyorlar (bilseler bana bu eziyeti yapmazlar)' diye dua ediyordu. Sonra, 'Kavmim!' diyerek, bu şefkat ve merhametin
sebebini ortaya koydu. Peşinden, 'Onlar bilmiyorlar!' diyerek, cehaletlerinden dolayı onlar adına Allah Teâlâ'ya özür beyan etti."98
Kendisini taşa tutup kan revan içinde bırakan Tâif'in düşük seviyeli insanlarına karşı Cebrail (a.s) ve dağlarla görevli melek tahammül edemeyip helak edilmeleri için kendisinden izin istemişlerdi. O ise Allah için hilim ve sabır gösterdi, beddua etmedi. Meleklere,
"Bunlar böyle, fakat ümit ederim ki onların zürriyetinden 'lâ ilahe illallah' diyecek ve Allah'a kulluk edecek bir nesil gelecektir" diyerek helaklerine mani oldu. Onun bu sabrı karşısında dağlarla görevli melek, "Gerçekten sen, Rabb'inin seni isimlendirdiği gibi 99 Rauf'sun (çok bağışlayansın) ve Rahîm'sin (çok acıyansın)" dedi. 100
Çok geçmeden Tâif halkı, İslâmiyet'le şereflenerek halka-i Muhammedi'ye girdiler ve onun saadetli meclisinde yer aldılar. Hz. Peygamberin affı en azılı düşmanları bile kuşatmıştı.
Onun affı sayesinde baş düşmanlar, dostlar sınıfına geçmişti.
İşte Tebliğ Adabı
Ebû Ümâme'nin anlattığına göre yeni müslüman olmuş bir genç Hz. Peygamber'e gelerek,
"Ey Allah'ın peygamberi, zina etmeme izin ver, onu yapmadan duramıyorum" gibi çirkin bir teklifte bulundu. Orada bulunanlar gence döndü ve, "Sus sus" dediler. Hz. Peygamber gence dönerek, "Yaklaş" buyurdu. Genç Resûlullah'ın yanına yaklaştı. Peygamber Efendimiz, "Otur"
buyurdu. Genç de oturdu. Hz. Peygamber ile genç arasında şu konuşma geçti. Peygamberimiz (s.a.v),
"Biri kişi bu işi annenle yaparsa bundan hoşlanır mısın?"
diye sordu. Genç, "Hayır, vallahi hoşlanmam" dedi. Peygamberimiz (s.a.v),
"İnsanlar da senin gibi anneleriyle birinin bu işi yapmasından hoşlanmazlar"buyurdu. Peygamberimiz (s.a.v), "Kızınla bu işi yaparsa razı olur musun?" diye sordu.
Genç, "Hayır, vallahi razı olmam" dedi. Peygamberimiz (s.a.v),
"İnsanlar da senin gibi kızlarının bir başkası ile bu işi yapmalarına razı olmazlar" buyurdu. Peygamberimiz (s.a.v), "Kız kardeşinle bu işi yaparsa razı olur musun?" diye sordu. Genç,
"Hayır, vallahi razı olmam" dedi. Peygamberimiz (s.a.v),
"İnsanlar da kız kardeşlerinin bu işi yapmalarına razı olmazlar"buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v) "Halanla bu işi yaparsa hoş karşılar mısın?" diye sordu.
Genç, "Hayır, vallahi hoş karşılamam" dedi. Peygamberimiz (s.a.v),
"İnsanlar da bunu, halaları için hoş karşılamazlar" buyurdu.
Peygamberimiz (s.a.v), Teyzenle bu işi yaparsa hoş karşılar mısın?" diye sordu.
Genç, "Hayır, vallahi hoş karşılamam" dedi.
Peygamberimiz (s.a.v), "Kendin ve yakınların için razı olmadığın bir şeye başkaları için nasıl razı olacaksın?" buyurdu ve elini gencin kalbine koydu, ona şöyle dua etti:
"Allahım, bunun günahını bağışla, kalbini bu gibi duygu ve düşüncelerden temizle ve iffetini koru." Olayı rivayet eden zat diyor ki: Genç bundan sonra bu gibi şeylere iltifat etmediği gibi, bu işten en fazla nefret eden oldu.101
Hz. Peygamber (s.a.v), gencin bu çirkin teklifi karşısında azarlayıp kovmamış, yanına oturtarak yapmak için izin istediği şeyin çirkin olduğu hakkında onu ikna etmiş, sonra da kendisine dua ederek göndermiştir. Genç, ikna olduğu ve Peygamberimiz'in duasına mazhar olduğu için
başkasının iffetine göz dikmemiş ve bu arzu gönlünden silinip gitmiştir.

Allah'ın Rahmetine Sınır Çeken Adam

Bir keresinde Hz. Peygamber mescidde ashabı ile birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı. Bedevinin biri içeri girdi ve iki rek'at namaz kıldıktan sonra ellerini açtı ve şöyle dua etti:
"Allahım, bana ve Muhammed'e rahmet et. Başka da kimseye rahmet etme."
Bedevinin bu duasını duyan Hz. Peygamber (s.a.v),
"Çok geniş olan Allah'ın rahmetine sınır çektin"102 buyurarak bedevinin hatasını düzeltti.
Bedevi biraz sonra kalktı ve gitti, mescidin bir tarafına abdestini bozdu. Ashab onu bu halde görür görmez adamı uyarmak için ayağa kalktılar ve başına üşüştüler.
Hz. Peygamber onlara müdahale etti ve şöyle buyurdu:
"Onu bırakınız. İşini görsün. Sonra oraya bir kova su dökersiniz. Çünkü siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, güçleştirici olarak değil."
Sonra bedeviyi yanına çağırdı, şu dersi verdi:
"Bu mescidler ne abdest bozmak için ne başka pislik yapmak içindir. Buralar Allah'ı anmak, namaz kılmak ve Kur'an okumak için yapılmıştır."103

Ben Adil Davranmazsam

Resûlullah Efendimiz kendisine karşı çıkan, gereksiz sözler eden insanları da olgunlukla karşılar, hoşgörü gösterir ve yumuşak davranırdı. Herkesin yapamayacağı, yapması mümkün olmayan güzel ahlâk örnekleri sergilerdi.
Ebû Saîd el-Hudrî anlatıyor:
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Huneyn Savaşı sonrası düşmandan kalan ganimet mallarını ashabına dağıtıyordu. Sahabelerden bazılarına fazla ganimet veriyordu. Bu arada Akra b. Habis ile Uyeyne b. Hıns'a yüzer deve verdi. Bunun üzerine Temimoğulları'ndan Zülhuveysıra
adında biri geldi ve,
"Yâ Resûlallah, adaletten ve hakkaniyetten ayrılma. Vallahi bu dağıtımda Allah rızâsı aranmamıştır" diye itiraz etti.
Peygamberimiz üzüldü ve şöyle cevap verdi:
"Yazıklar olsun sana, ben âdil davranmazsam, kim davranır? Eğer ben adaletli yürütmüyorsam büyük bir zarara uğramış olurum. Allah, Musa'ya rahmet eylesin. O bundan daha ağır sözlerle incitildiği halde sabretmiştir."104

Günahkârlar İçin Açılan Eller

Gönül sultanlarından Ma'rûf-i Kerhî (k.s) bir gün müridleriyle Dicle kenarında oturmuş sohbet ediyorlardı. Uzaktan bir sandalın gelmekte olduğunu gördüler. Sandalda kadınlı-erkekli bir grup saz çalıyor, şarkı söylüyor, çılgınca eğleniyorlardı.
Müridlerden biri,
"Hocam, şunlara beddua edin de suda boğulup helak olsunlar, bir daha böyle edepsizlikte bulunmasınlar" dedi.
Ma'rûf-i Kerhî (k.s) ellerini kaldırdı ve içtenlikle şöyle dua etti:
"Yâ Rabbi! Sen şu kullarını dünyada güldürdüğün gibi, âhirette de sevindir."
Talebeler şaşkınlık içinde kaldılar. İçlerinden biri,
"Efendim, ettiğiniz beddua değil, hayır duadır. Bunun hikmeti nedir?" deyince hazret şöyle cevap verdi:
"Yavrularım! Şayet Cenâb-ı Hak bunları affedip cennetine koyarsa bizim bir zararımız olur mu? Allah bir kulunu âhirette sevindirmek isterse, ona dünyada tövbe nasip eder ve onu kendi yoluna çeker."
Sandal biraz sonra kıyıya yaklaştı ve içindekiler sahile çıktı. Müridlerden biri gidip onlara durumu anlattı ve orada bulanan zatın Ma'rûf-i Kerhî hazretleri olduğunu haber verdi. Sandaldakiler onun bu güzel duasına ve ahlâkına hayran oldular; hemen yanına geldiler, özür dilediler; tövbe ettiler ve bir daha böyle haram iş ve eğlence yapmayacaklarına söz verdiler. Onun sohbetine girdiler. Böylece âhirette yüzlerini güldürecek işe yöneldiler.105

Bir Gönül Kazanmak İçin Yapılan Fedakârlık

İmâm-ı Âzam (rah) bir gün yolda giderken onu gören bir adam, yüzünü saklayıp başka bir yola saptı. Hemen adamı çağırıp neden yolunu değiştirdiğini sordu. Adam cevabında, "Size 10.000 akçe borcum var. Uzun zaman oldu ödeyemedim ve çok sıkıldım, utandım" dedi. İmâm-ı Âzam,
"Sübhânellah, ben o parayı sana hediye etmiştim. Beni görüp sıkıldığın ve utandığın için hakkını helâl et" dedi. Rivayet edildiğine göre, Ebû Hanîfe'nin (r.a) bir Mecûsî'de alacağı vardı, onu istemek için Mecûsî'nin evine gitti. Evin kapısına gelince, ayakkabısına bir pislik bulaştı.
Ayakkabısını silkeleyince, pislik Mecûsî'nin evinin duvarına bulaştı. Ebû Hanîfe (rah) şaşırdı, üzüldü ve, "Eğer bunu böyle bıraksam, Mecûsî'nin evinin duvarının çirkin görünmesine sebep olacağım. Yok, oradan pisliği kazısam, duvarın toprağı dökülecek" diye düşünerek ne
yapacağını hesap etmeye başladı. Derken kapıyı çaldı; içeriden bir câriye çıktı. Cariyeye,
"Efendine Ebû Hanîfe kapıda de" dedi. Câriye içeri haber verdi, adam kapıya çıktı ve Ebû Hanîfe'nin malını isteyeceğini zannederek, özür dilemeye başladı. Ebû Hanîfe de, "Şu anda bu önemli değil" deyip duvarı nasıl temizleyeceğini sordu. Bunu işiten Mecûsî, bu davranışa hayret
etti, bu büyük imamın edebine hayran kaldı, içine bir hal oldu, kalbi İslâm'a açıldı ve müslüman oldu.106
Buradaki nükte şudur: Ebû Hanîfe (rah), bu ufacık şeyde Mecûsî'ye zulmetmekten çekindiği ve bundan dolayi alacağını ona bıraktığı için, Mecûsî hakkı gördü, hak yolunu tanıdı, küfürden imana geldi.

Kötülüğe Karşı İyilik

Bir gün Seyyid Abdülhakim Bilvânisî'ye (k.s), "Efendim, bazı kişiler sizin münkirliğinizi yapıyorlar, hakkınızda ileri geri konuşuyorlar, bunlara siz ne dersiniz?" diye sorduklarında,
hazret şu sohbeti yapmıştır: "İmam Şafiî (rah) der ki: 'Huzur-i ilâhîde Rabbim bana şefaat hakkı tanırsa önce münkirlerime şefaat edeceğim; çünkü onlar bizim manen terakki edip ilerlememize sebep oluyorlar.' Biz de bu büyük imam gibi diyoruz ki, bizi inkâr ederek manevî derece almamıza sebep olan kimselerin iyiliğine karşı iyilikle cevap vermemiz gerekir.
Yine Hasan-ı Basrî de (k.s) gıybetini yapan kimseleri işitince, onların sevaplarını kendisine gönderdiğini düşünerek, 'İyiliğe iyilikle karşılık verilir' der, bir tabak içine meyve veya tatlı koyarak onlara hediye gönderirdi. Allah Teâlâ'nın izniyle biz de bu büyükler gibi yapar; bizi inkâr edenleri severiz."107
Hâkim Kudretullah Han, Abdullah Dihlevî hazretlerinin komşusu idi. Çoğu zaman Abdullah Dihlevî'yi gıybet eder, aleyhinde konuşurdu. Bir gün hapse düştü. Abdullah Dihlevî hazretleri onu hapishaneden çıkartmak için çok uğraştı, fakat bunu ona söylemedi.109

Suçlama Değil Sonuç Önemli

Selmân-ı Fârisî (r.a) kendisine hakaret edip kötü sözler söyleyen birine şöyle demiştir:
"Eğer âhirette günahlarım ağır, sevaplarım hafif gelirse, senin söylediğinden çok daha kötüyüm. Yok, günahlarım hafif, sevaplarım ağır gelirse, senin sözlerinin bana bir zararı olmaz." 110
Bir seferinde İmam Şafiî (rah) 2000-3000 kişilik muazzam bir cemaate vaaz ve nasihat ederken içeriye bir kâfir girdi. Eliyle İmam Şafiî'nin sakalına işaret ederek, "Senin sakalın benim köpeğimin kuyruğuna benziyor" diye hakarette bulundu. Cemaat hemen harekete geçip
kâfirin haddini bildirmek istediler, hazret derhal buna mani olarak, "Ona müdahale etmeyin" dedi ve yüzünü kâfire çevirerek kemali sükûnetle ona şunları söyledi: "Eğer bu sakalım yarın âhirette cennet hurilerinin eline geçecekse senin köpeğinin kuyruğundan çok daha kıymetlidir.
Yok, eğer cehennem zebanilerinin eline geçecekse o zaman senin köpeğinin kuyruğu sakalımdan daha kıymetlidir." İmamın sükûnetle, kızmadan hatta rengi bile değişmeden verdiği bu cevap karşısında o kimse derhal kelime-i tevhid getirerek müslüman oldu ve şöyle dedi:
"Eğer bir kimse, benim sözlerimi bizim büyüklerimizden birine söylemiş olsaydı, onu parça parça ederlerdi. Halbuki sende hiçbir değişiklik olmadı, hiç kızmadın, hiç değişmedin. Anladım ki hak din sizin dininizdir ve ben de müslüman oluyorum."111

Dervişin Sabrı

Bir gün Hz. Cebrail (a.s) Rabbü'l-âlemin'den soruyor: "Ey Rabbimiz, şu anda senin yanında yeryüzündeki en mükemmel kulun kimdir? Onu görüp tanımak istiyorum."
Allah Teâlâ da Cebrail'e,
"Falan şehre git, filan yerde bir köprü vardır, şafaktan evvelki bir saatte orada bulun. O köprüden ilk geçen kimse, bu zamandaki en makbul kulumdur."
Cebrail (a.s) emredilen memlekete gidip şafaktan önce köprünün başında bekler. Bakar ki fakir, kendi halinde bir adam, omuzunda bir ip olduğu halde çıkıp gelir. Doğruca köprüden geçip su başına giderek abdest alır. Seccadesini yayıp teheccüd namazını kılar. Şafak atınca da sabah
namazını kılar. Sonra da oturup güneş doğuncaya kadar virdini (zikrini) çeker. Güneş doğunca kalkıp odun toplar. Topladığı odunları sırtlayıp şehre doğru gitmeye başlar. Tam köprünün üstüne gelince karşıdan bir atlı belirir. Ayağında çizme, elinde kamçısı olduğu halde o da köprüye gelir. O sırada atı birden ürkerek üzerindeki süvariyi yere atar. Yerden kalkan süvari sûfîye, sen benim atımı ürküttün, diye elindeki kamçıyla vurmaya başlar. Fena halde döver. Sûfîden ses çıkmaz. Süvari dayağını bitirip atına binmeye gidince, sûfî ondan önce koşup atının başını tutarak süvarinin binmesine yardım eder. Süvariye,
"Benim yüzümden attan düştün, üstün hep toz toprak oldu, özür dilerim, beni affet" diyerek helâllik ister ve, "Eğer hakkını helâl etmezsen, vallahi atının başını bırakmam" der. Atın dizginlerini tutup durur. Süvari nihayet bırak, git, işte helâl ettim. Allah belânı versin" deyince sûfî atı bırakır, süvari yoluna devam ederken sûfî de sırtlamak üzere odunlarının yanına gelir.
Tam odunlarını sırtlayıp gideceği zaman Cebrail (a.s) oradan çıkıp sûfîyi durdurur. Ona, "Vallahi seni bırakmam. Eğer bana Cibril-i Emin'in yerini söylemezsen giden süvariden yüz defa daha fazla seni döver, ondan sonra da köprüden aşağıya atarım" der. Sûfî feryat ederek,
"Aman ben fakir, çaresiz ve yüzü kara bir kimseyim, nereden Cibril-i Emin'in yerini bilebilirim, onu nerede görmüşüm ki tanıyayım?" diye yakınırsa da Cebrail (a.s), "Hayır, elimden kurtulamazsın, vallahilazim, eğer Cebrail'in yerini söylemezsen seni fena halde döver, sonra da
köprüden aşağıya atarım" diyerek ısrarına devam eder. Sûfîye kanaat gelir ki bu adam dediğini yapacak ve kendini dövüp köprüden atacak. Çaresiz olduğu yerde oturur, gözlerini yumar, öylece bir müddet rabıtada kalır, sonra gözlerini açıp Cebrail'e,
"Allah'a kasem ederim ki bütün gök tabakalarını aradım, Cibril-i Emin gökte değildi. Yer tabakalarını aradım, orada da bulamadım. Bütün dünyayı dolaştım, yine yoktu.
Geriye yalnız biz ikimiz kaldık; ya sen Cebrail'sin yahut da ben. Kendimin Cebrail olmadığımı biliyorum, geriye sen kalıyorsun, öyleyse Cebrail senden başkası değildir" der.
Bunun üzerine Cebrail (a.s) elini beline vurup, "Allah dostluğu sana mübarek olsun" diyerek oradan ayrıldı. Menkıbeyi anlatan Gavs-i Bilvânisî Seyyid Abdülhakim (k.s) şöyle buyurur:
"İşte Allah yolu böyledir. Sûfî hiç kabahati olmamasına rağmen süvariden o kadar dayak yediği, kamçılandığı, tokatlandığı halde sabır ve tahammül etti, üstelik ondan özür diledi."
112

İhlasın Böylesi

İhlâs nasıl olurmuş, müminlerin emiri Hz. Ali'den öğrenelim. O, savaşta bir yiğidi alt etti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı. O müşrik de onun mübarek yüzüne tükürdü. Hz. Ali (r.a) derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmaktan vazgeçti. Savaşçı er ise bu yersiz af ve merhamete
şaşıp kaldı. Dedi ki: "Bana kılıcını kaldırmıştın, neden indirdin ve beni bıraktın? Benimle savaşmaktan daha önemli ne gördün de, beni öldürmekten vazgeçtin? Ne gördün ki bu derece kızgınken yatıştın; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi? Ne gördün? O gördüğün şeyin yansıması bana da vurdu; gönlümde, canımda bir ışık huzmesi parladı. Yiğitlikte Allah
aslanısın; iyilikte kimsin, bunu kim bilir? Ey Ali! Gördüğünden bir parçacık söyle. Yumuşaklık kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı arıttı. Açıver; biliyorum bu Allah sırlarındandır. Çünkü kılıçsız adam öldürmek ancak onun işidir..." Müminlerin emiri o gence dedi ki: "Ey yiğit! Savaşırken sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddetlendim, huyum harap ve berbat bir hale geldi. Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Allah içindi, yarısı nefsim için. Allah için yapılan işe ortaklık yaraşmaz. Sen Yaratan'ın kulusun. O seni kudret eliyle
yarattı, bezedi. O'nunsun, benim değil." Müşrik bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki
kâfirlik bağını kesiverdi. "Bana kelime-i şehâdeti söyle, ben de söyleyeyim. Seni zamanın en büyüğü gördüm" dedi.113
Onunla beraber kavminden elli kişiye yakın kimse de severek dine girdiler, müslüman oldular. Hz. Ali (r.a), hilim kılıcıyla bu kadar boynu, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı. Hilim kılıcı demir kılıçtan daha keskin, ordulardan daha üstündür.

İşte güzel ahlâkın kerameti.

Hz. Ömer (r.a), halkın içinde uygunsuz davranan bir adamın karnına kamçısı ile dürttü. Adam Hz. Ömer'e kötü sözler söyledi. O da bir daha vurmadı. Niçin vurmadın dediklerinde,
"Bu zamana kadar ona, terbiye niyetiyle Allah için vurdum, şimdi bana sövünce kendisine vurursam, nefsim için kızıp vurmuş olmaktan korkarım" dedi.114

Benim İçin Bir Servetti

Bir Hak dostunun hanımı oldukça sert, geçimsiz ve sevimsizdi. Kocasına her gün dili ve haliyle sanki cehennem azabı çektiriyordu. Bu zat ise onun her haline sabrediyor, nefsini sabra alıştırıyor, bu ateşin içinde her gün pişiyordu. Güzel ahlâkı elde etmek için bunu bir fırsat görüyordu. Bunun için onu boşamayı hiç düşünmüyordu. Bu zatı tanıyan dostları onun durumuna çok üzülüyordu. Kadına hiçbir nasihat fayda vermiyordu. Öyle oldu ki bu zata acıyan bazıları kadının ölümü için dua etmeye başladılar. Bir gün kadının eceli geldi, öldü. Kocasının dostları o günü bayram ilân ettiler. Kadını bir an evvel toprağa verdikten sonra sevinerek kocasının yanına geldiler, ona, "Efendim, biz size taziyeye değil, tebrik etmeye geldik;
gözünüz aydın olsun, kurtuldunuz!" dediler. Allah dostu sakin ve düşünceliydi. Yüzünde bir sevinç izi yoktu. Aksine değerli bir şeyini kaybetmiş gibi üzüntülüydü. Bunun sebebini şöyle açıkladı:
"Bugün gerçekten çok üzgünüm. Bu kadın benim için bir servetti. Ben onun kötü ahlâkına sabrederek yüce Rabbim'in razı olacağı güzel ahlâkları elde ediyordum; böylece pek çok sevap ve manevî derece kazanıyordum. Ne yazık ki şimdi bu servetim toprağa gömüldü, böyle bir kâr kapısı kapandı!"

Maksat Çirkin Huylularla İyi Geçinmek

Rivayete göre Ahmed Sarban hazretlerinin çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Kocasını görmeye gelenlere içeriden, "Siz bu heriften ne medet umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu?" diyerek bağırırdı. Bir gün şeyhin talebeleri hem bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı: "Acaba nasıl oluyor da şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor?" Onların bu düşüncelerini anlayan şeyh, onları şöyle uyardı:
"Dostlarım! Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsanî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın, bana öyle gelin, işte bu kadar."

Biz Evdeki Canavarın Yükünü, Aslan da Bizim Yükümüzü Çeker

Nakledilir ki Ebû Ali b. Sina, Şeyh Ebü'l-Hasan el-Harakânî'nin şöhretini duyunca onu görmek ve ziyaret etmek için yola koyuldu. Günler geceler boyu yürüyerek, dağları aştı, ovaları geçti, nihayet şeyhin bulunduğu Harakân şehrine vararak evini sordu. Evi bulunca saygıyla kapıyı çaldı. Şeyhin karısı kapıdan başını çıkararak, "Ne istiyorsun?" dedi. Ebû Ali b. Sina,
"O Allah dostu insanı ziyaret için gelmiştim" diye cevap verdi.
Bunu duyan kadın kahkahalarla güldü;
"Şu koca sakalına bak, hiç düşünmeden yaptığın işe katlandığın bunca zahmete bak. Be adam senin başka işin gücün yok muydu da yollara düşüp bunca zamanını beyhude yere harcadın. Bir ahmağı görmek için bu kadar zahmete değer mi? O sahtekâr ve zındığı ne yapacaksın?" diye
şeyh hakkında daha nice kötü sözler söyledi ve hakaretler etti.
Şeyhi üzen pek çok laf eden hanımı, şeyhi inkâr eden ahlâksız bir kadındı. Bütün bunları sabırla dinleyen Ebû Ali sonunda, "Bütün bu söylediklerine rağmen o yüce insan nerede, bana söyle?" diyerek görmek için ısrar etti. Bunun üzerine kadın daha birçok söz söyleyerek, pek çok hakarette bulundu. Ebû Ali bu yolla şeyhin yerini öğrenemeyeceğini anlayınca, oradan ayrıldı. Yeniden sorup soruşturmaya başladı. Sonunda şeyhin ormana gittiğini öğrenerek onun peşinden ormanın yolunu tuttu. İbn Sina hem yürüyor hem de, "Böyle yüce bir insan nasıl oluyor da böylesine kötü huylu yılan dilli, küfürbaz bir kadını evinde tutuyor?" diye düşünüyordu.
İbn Sina bu düşüncelerle yol alırken şeyhin gelmekte olduğunu, yükünü de bir aslanın sırtına yükleyip getirdiğini görünce, "Ey şeyh! Bu ne hal?" diye sordu. Şeyh onun hayret ettiğini görünce ona şöyle dedi: "İşte böyle, biz o huysuz canavar kadına tahammül ederek yükünü çektiğimiz için, bu aslan da hiç itiraz etmeden bizim yükümüzü çekiyor. Eğer biz evdekinin yükünü çekmesek, aslan da bizim yükümüzü bu şekilde çekmez" dedi. 115
Tabiînin tanınmış âlimlerinden Kâ'b el-Ahbâr (r.a) şöyle demiştir: "Hanımının eziyet ve sıkıntı vermesine sabreden, huysuzluğuna katlanan kimseye, Allah Teâlâ Hz. Eyyûb'a
(a.s) verilen sevaptan verir. Kocasının huysuzluğuna katlanan hanıma da Allah Teâlâ, Firavun'un hanımı Müzâhim kızı Âsiye'ye verdiği sevabın benzerini verir."116

Bütün Bunlara Karşı Tahammül Göster

Hz. Ömer (r.a) devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.
Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz Ömer'in (r.a) hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz. Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü. O sırada Hz. Ömer (r.a) birinin kapıya doğru geldiğini farketmişti. Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü görünce, hemen arkasından çıkıp adamı geri çağırdı ve niçin geldiğini, neden geri döndüğünü sordu. Adam,
"Yâ Ömer, bir derdim vardı, size akıl danışmaya gelmiştim; fakat gördüm ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için rahatsız etmek istemedim!" dedi. Hz. Ömer (r.a), "Derdin neydi?" diye sordu. Adam, "Hanımım, bazan bana karşı evde yüksek sesle konuşuyor, sözlerime sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki bu durum sizin evde de oluyor" dedi. O zaman
Hz. Ömer (r.a) adamı bir kenara çekerek ona, "Bak, hanımların kocaları üzerinde pek çok hizmeti ve hakkı vardır. Bunun için kendilerine tahammül etmeliyiz. Onlar bizim evimizi beklerler. Ekmek ve yemeğimizi pişirirler. Çocuklarımızı emzirirler. Elbise ve evimizi temizlerler. Nefsimizi teskin eder, bizi harama düşmekten korurlar. Ben bana bu kadar hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül etmeyeyim?" dedi. Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz düşündü ve, "Benim eşim de aynı hizmetleri görüyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a),
"Kardeşim, hanımının sıkıntısına tahammül göster. Dünya hayatı çok kısadır; gelir geçer!" dedi. 117
Kusuru Kendinde Görmek

Biri Vekî b. Cerrâh'a (rah) eziyet etse, hemen oracıkta oturur, çok üzülür ve, "Eğer Allah Teâlâ'ya karşı bir günah işlemeseydim, bunu başıma musallat etmezdi" diyerek istiğfara başlar, Cenâb-ı Hakk'a günahını bağışlaması için yalvarırdı.118
Fudayl b. İyâz (rah), "Allah Teâlâ'ya isyan ettiğimi, bir günah işlediğimi, hayvanımın ve hizmetçilerimin bana karşı davranışlarından anlarım" demiştir. Hasan-ı Basrî şöyle diyor: "Ey âdemoğlu, sende mevcut olan bir kusur ile insanları kınayıp dururken, kâmil müslüman olamazsın. Kâmil müslüman olmak için önce kendi kusurunu ıslah etmen, sonra da başkalarının kusurlarını ıslah ile meşgul olman lâzımdır. Ancak bunu yaptığın takdirde, Allah Teâlâ'nın has kullarından olabilirsin."119
Muhammed b. Ahmed b. Seleme, Zünnûn'dan nasihat ister. Hazret de şöyle der: "İnsanların kusurları, seni kendi kusurunu aramaktan alıkoymasın. Sen insanların üstünde gözleyici ve koruyucu değilsin. Allah'a en yakın kul, Allah'ı en iyi anlayan ve bilen kuldur."120

Kötülük Edene Dua ve İstiğfar Edilir

Adamın biri Ebû Hüreyre'ye (r.a), "Sen Ebû Hüreyre (kendisine 'kedi babası' lakabı verilen
kimse) misin?" diye sordu; o da, "Evet" dedi. Adam, "Desene kedi hırsızısın" diye dalga geçince, Ebû Hüreyre (r.a), "Allahım, beni ve bu kardeşimi bağışla" diye dua ettikten sonra, "Resûlullah (s.a.v) bize haksızlık yapanlar için bu şekilde istiğfar etmemizi emretti" dedi. İbrahim b. Edhem (k.s) bir yere gidiyordu. Karşısına onu tanımayan bir asker çıktı. Asker, "Sen köle misin?" diye sordu; o da, "Evet" dedi. Asker, "Buranın halkı nerede yaşar; mamur belde nerede?" diye sorunca, İbrahim b. Edhem, mezarlığı gösterdi. Asker buna kızıp kamçı ile kafasına vurup yaraladı. Bunu talebeleri öğrenince vuran adama, "Sen ne yaptın?" Bu zat, İbrahim b. Edhem hazretleridir" dediler. Vuran kişi af dileyip elini öptü. Asker, "Neden sana, köle misin diye sorduğumda, 'Evet dedin?' diye sordu. İbrahim b. Edhem, "Çünkü ben, Allah'ın kulu ve kölesiyim" dedi. Yanındakiler, "Peki, o sana vururken, sen ne yaptın?" diye sordular, o da
"Onun affı ve cennete girmesi için ona dua ettim" dedi. "Niçin?" dediler; hazret şöyle dedi:
"O bana zulmetti, ben de sabredip sevap kazandım. İstedim ki bana böyle iyiliği dokunan bir kimseye benden kötülük dokunmasın, ben de ona iyilik yapmış olayım. Bunun için kendisinin affını ve cennete girmesini istedim."121
Ebû Muâviye el-Esved, kendisine dil uzatana hayır duada bulunurmuş.122
İbrahim et-Teymî (r.a) kendisine haksızlık yapana kesinlikle beddua etmez ve, "Yaptığı haksızlığın günahı ona yeter" derdi.123
İbn Mesud (r.a) yiyecek almak için yolun kenarına oturmuş bekliyordu. İstediğini satın aldı. Parayı vermek için elini cebine uzattı fakat parayı bulamadı. "Burada oturduğum zaman param burada idi, onu çaldılar" dedi. Etrafındakiler hırsıza beddua etmeye başladılar, "Allah elini
kırsın, Allah belâsını versin" şeklinde konuşuyorlardı. Fakat kendisi, "Allahım, şayet bu adam ihtiyacından dolayı bu parayı aldı ise helâl olsun. Şayet bunu bir alışkanlık olarak yaptı ise bu, son hırsızlığı olsun" diye dua etti.124

Kötülerle Güzel Geçim

Yahya b. Ziyâd'ın (rah) çok huysuz bir kölesi vardı. Neden bunu satmıyor veya azat etmiyorsun, dediler. Yahya b Ziyad, "Ben ondan hilmi (yumuşak ve sabırlı olmayı) öğreniyorum" diye cevap verdi.125
Ahnef b. Kays'a (rah) bir kimse söverek arkasından gitti. Ahnef hiç cevap vermedi. Kabilesinin yanına gelince durup, "Daha söyleyeceğin varsa burada söyle. Zira kavmim yaptığını işitir ve görürlerse seni döverler" dedi.126
Adamın biri İbn Ömer'in (r.a) azatlısı Salim'e, "Pis ihtiyar!" diye seslenince Salim şu tepkiyi verir: "Kardeşim, öyle sanıyorum ki tam isabet ettin!"127
Mâlik b. Dînâr'a bir kadın, "Ey mürâi (riyakâr)" deyince, "Benim ismimi Basralılar kaybetmişti, sen buldun" dedi. 128
İsâ aleyhisselâm, yahudilerin yanından geçerken, kendisine çok kötü şeyler söylediler. Onlara güzel davrandı. Yanındakiler, "Onlar sana kötülük yapıyor, sen onlara iyi sözler söylüyorsun" dediklerinde, Hz. İsâ (a.s), "Herkes, başkasına, yanında bulunandan verir"buyurdu. 129
Sahabeden Abdullah b. Abbas'a (r.a) bir kimse sövdü. Buna karşılık olarak, "Bir ihtiyacın varsa yardım edeyim" dedi. Adamcağız başını önüne eğerek ve utanarak özür diledi. 130
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidîn'e bir kimse kötü şeyler söyledi. Hazret elbisesini çıkarıp ona hediye etti.131

Allah Bizi Affetsin

Bir kimse Ebû Bekir-i Sıddîk'a (r.a) kötü şeyler söyledi, o da adama, "Bu söylediklerin yanında benim senin bilmediğin daha nice kötü halim vardır; Allah bizi affetsin" dedi.132
Şa'bî'ye (r.a) biri kötü sözler söyledi. Bunun üzerine Şa'bî, "Hakkımda söylediğin bu sözlerin doğru ise Allah Teâlâ beni affetsin. Doğru değil de yalan söylüyorsan Allah Teâlâ seni affetsin" dedi.133
Hüseyin b. Ali (r. anhüma) kendisine biri küfrettiğinde, "Kardeşim, eğer sözlerin doğru ise Allah sana, doğru söylemenin karşılığı versin; yok sözlerin yalan ise Allah benim yerime senden çok daha ağır bir intikam alır" dermiş.
Mevlânâ Halid (k.s) Şam'da bulunduğu bir sırada 400-500 kişi kadar bir topluluğa sohbet ederken içeriye bir kadın girip, "Evet Halid, evet, eskiden beni sevdiğini unutmuş gibi şimdi oturmuş vaaz ve nasihatte bulunuyorsun" der. Mevlânâ Halid hiç sinirlenmeden sabır ve sükûnetle, eğer böyle bir şey yapmış isem tövbe etmişimdir. Tövbe kapısı her zaman açıktır, kapanmamıştır" cevabını verir.134
Fudayl b. İyâz'a (k.s), "Falanca senin haysiyetine dil uzatıyor" denildiğinde şöyle demiştir: "Vallahi ben ona değil, ona o sözleri söyleten İblis'e öfkeleniyorum" deyip şöyle niyazda bulunmuştur: "Allahım, eğer o kişi doğru söylüyorsa beni bağışla, yok yalancı ise onu bağışla."135
Adamın biri Sevr b. Yezid'e, "Ey Kaderî! Ey Râfizî!" diye seslenince ona şöyle demiştir: "Eğer dediğin gibi isem ben gerçekten kötü bir adamımdır, aksi isem hakkım sana helâl olsun."136

Evimden Boş Gitme

Hz. Tavus'un (rah) evine bir hırsız girmişti. Hırsızı yakaladı. Ona nasihat etti, biraz da para verdikten sonra serbest bıraktı.
Bir gün Ahmed b. Hadraveyh hazretlerinin evine bir hırsız girdi. Her tarafı aradı, fakat götürecek bir şey bulamadı. Eli boş döneceği zaman hazret, "Ey genç! Şu kovayı al su doldur. Abdest al ve namaz kıl. Bu arada evime belki bir şey gelir, sana veririm. Böylece evimden boş dönmemiş olursun" diye seslendi. Genç onun dediği gibi hareket etti. Sabah olunca zengin biri Ahmed b. Hadraveyh'e 150 altın getirdi. Ahmed b. Hadraveyh hazretleri bu parayı gence vererek, "Al bu gece kıldığın namazların karşılığıdır" dedi. Bunun üzerine gence bir hal oldu ve,
"Yolumu kaybetmiştim. İzzet ve cemâl sahibi olan Allah için bir gece hayırlı bir iş yaptım. Bana böyle ikramda bulundu" diyerek tövbe etti ve Ahmed b. Hadraveh'in talebelerinden oldu.


İnsan Olan İnsanca Muamele Eder

Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî (rah) anlatıyor: Kırda oturan bir adamın ayağını bir köpek ısırdı. Hem de öyle kızgınlıkla bir ısırış ki dişlerinden kan damladı. Zavallı adam ayağının acısından yatamazken, küçük kızı babasına sert sert çıkışarak dedi ki: "Babacığım! Senin dişin yok muydu? Sen de onun ayağını ısırsaydın ya!" Babası, ayağının acısından ağlarken güldü ve dedi ki: "Yavrucuğum! Doğru, benim de dişlerim var ve köpeğin ayağını ısırmaya da gücüm yeterdi. Ama dişlerimin köpeğe dokunmasına gönlüm razı olmadı. Hatta kafamı kılıçla kesmek isteseler yine de köpeğin ayağını ısırmam imkânsızdır. İnsana namertler kötülük yapabilir, fakat insan olan köpeklik yapamaz. İnsan insandır, köpek de köpek."137


Başkası İçin Ağlayan Adam

Fudayl b. İyâz diyor ki: "Kabe'de yanımda oturan Horasanlı biri kadar zâhid insana hiç rastlamadım. Tavaf etmek üzere kalkmıştı ki parasını çaldılar. Bunun farkında olunca ağlamaya başladı. Kendisine, "Paran çalındı diye mi ağlıyorsun?" dedim. O, "Hayır, ona ağlamıyorum, yalnız kıyamet günü Allah Teâlâ'nın huzurunda kendisiyle karşılaştığımızda bana karşı verecek cevap bulamayıp perişan olacağını bildiğim için, ona acıdığımdan ağladım" dedi. 138
Medine valisi, İmam Mâlik'ten, bir içtihadından vazgeçmesini istedi. Kabul etmeyince, kırbaçla dövdürdü. İmam Mâlik her vuruşta, "Yâ Rabbi, onları affet, çünkü onlar bilmiyorlar" diyordu. Nihayet bayılıp düştü. Sonra ayılınca da, "Şahit olunuz, ben hakkımı beni dövenlere helâl ettim" dedi. Halife, valiyi cezalandırmak için kendisinden izin isteyince ona, "Hayır, ben onu affettim" dedi.139
İmam Ahmed b. HanbePe (rah) dövülme cezası verildiğinde şöyle demiş: "Allah'ın birine kendisi yüzünden azap etmemesi için kişi bu kadarcık bir hakkı helâl etmekle ne kaybeder?"


Bu Tokat Hata Yapmayan Yerden Bize Geldi

Ebü'l-Hasan el-Bûşencî (k.s), bir gün yolda yürürken, gencin biri gelip ensesine bir tokat vurdu ve gitti. Bu hali görenler gence, "Sen ne yaptın? O zat evliyanın büyüklerinden Ebü'l-Hasan el-Bûşencî'dir" dediler. Genç bunları duyunca çok üzüldü. Hemen geri dönüp, hazretin yanına geldi. Özür dileyip, affedilmesi için yalvarınca, "Sen rahat ol kardeşim. Biz, hakkımız varsa helâl ettik.
Bize bu tokat sizin tarafınızdan gelmedi ki. O, aslında hiç hata yapmayan bir makamdan geldi. Demek, bir kabahatimiz var ki bu hal başımıza geldi"dedi ve istiğfar ederek yoluna devam etti.
Bir keresinde adamın biri Hz. Hüseyin'i tokatlar, ama o sesini çıkarmaz. Bilakis "Bunu kim takdir etti?" der; etrafındakiler, "Allah Teâlâ!" derler. Bunun üzerine o şöyle der:
"Benim Allah'ın kazasını önleyebileceğimi mi sanıyorsunuz?"
Ebû Osman el-Hîrî (k.s), bir gün talebeleriyle beraber yolda yürürken, biri yolun kenarındaki bir evin damından başına kül döktü. Talebeleri bu duruma çok üzüldüler ve adama kızmaya başladılar. Bunun üzerine Ebû Osman el-Hîrî, "Ona kızmayı bırakın, ateşe lâyık olan bir kimsenin başına kül dökülmesine binlerce defa şükretmek lâzım gelir" dedi.140
Rivayete göre, bir bayram sabahı Bâyezid-i Bistâmî hamama gitmiş, yıkanmış, çıkmış. Sokakta giderken bir evden Bâyezid-i Bistâmî'nin başına bir leğen dolusu kül dökülmüş. Daha yeni hamamdan çıkmış o mübarek zatın üstü başı, saçı, sarığı küle bulaşmış. Fakat Bistâmî hazretleri
elini yüzüne sürerek Allah'a şükretmiş ve kendi kendine şöyle demiş:
"Ey nefis! Ben ateşe lâyığım. Kül döküldü, diye hiç kızar mıyım?"141


Şu Anda Meşgulüm

Adamın biri Ebû Zer'e (r.a), "Muâviye'nin Şam'a sürdüğü adam sen misin? Eğer iyi bir adam olsaydın sürmezdi!" deyince Ebû Zer (r.a) şöyle cevap vermiştir: "Kardeşim, önümde sırat gibi tehlikeli bir geçit var, ondan kurtulursam senin söylediklerin bana hiçbir zarar vermez, eğer oradan kurtulamazsam zaten senin dediğinden de kötüyümdür."142
Rebî b. Haysem'e sövdüler. Buyurdu ki: "Benimle cennet arasında bir geçit vardır. Onu aşabilmekle meşgulüm, aşarsam senin sözünden niye korkum olsun, aşamazsam söylediğin bile azdır!"143
Birî Ahnef'e söver, tekrar söver. Ahnef'ten bir karşılık göremeyince, "Yahu, bu zat beni hakir görüyor, cevaba tenezzül etmiyor"der ve uzaklaşır.144
İbn Hübeyre'ye adamın biri söver. İbn Hübeyre yüzünü çevirir. Bunun üzerine adam, "Herif, herif sana sövüyorum, başkasına değil" diye bağırınca, İbn Hübeyre, "Ben de senden yüz çeviriyorum" cevabını verir. 145


Her İşte Yüce Allah'a Bakmalı

İbrahim aleyhisselâma Mecûsî'nin biri misafir olmak istedi. İbrahim (a.s),
"Müslüman olursan seni misafir ederim" deyince, adam bırakıp gitti. Allah Teâlâ İbrahim aleyhisselâma, "Neden onu misafir etmek için dinini değiştirmesini şart koştun? Bana bakmadın mı? Yetmiş senedir beni tanımadığı halde ben ona bakıyorum. Onu misafir etsen hakkında hayırlı olurdu" buyurdu. Bunun üzerine İbrahim (a.s) adamı buldu, evine getirdi ve misafir etti. Mecûsî, "Bu nasıl oldu; önce reddettin, sonra kabul ettin?" diye sorunca, İbrahim (a.s) durumu anlattı. Mecûsî, "Allah Teâlâ, benim için bir dostunu böyle mi uyardı; o ne güzel Allah! O halde bana İslâmiyet'i öğret, ben müslüman olacağım" dedi ve müslüman oldu. 146


Papaz Müslüman Oldu

Bâyezid-i Bistâmî (k.s) siyah cübbe giymiş olarak bir sokaktan geçerken mahallenin müslüman çocukları onu papaz zannederek yolunu kestiler ve bir halka içerisine aldılar. Her biri el kaldırarak, "Papaz müslüman ol, papaz müslüman ol" dediler. Hazret bunlara itaat ederek tekliflerini kabul etti ve, "Peki, olayım yavrularım, müslüman olmak için ne lâzım?" diye sordu. Çocuklar, çocuk imanı ve safiyeti ile kelime-i şehâdeti okudular, hazret de aynen tekrar etti. Çocuklar, "Papaz müslüman oldu, papaz müslüman oldu" diye çağrışmaya başladılar ve anne babalarına müjdeye koştular. Hazret çocukların bu yaşta yüce Allah'ın adını yüceltme duygusuna sahip olmalarına ve içlerindeki mücahidlik gayretlerine hayran olup sevinerek, defalarca Allah'a hamdetti ve sonra o yavruların ihlâsı ve iyi niyeti karşısında kendisinin
imanını yenilediğini söyleyerek Hakk'a şükreyledi.147
Veysel Karanî (rah) yolda giderken çocuklar ona takılır, bazan kendisini taşa tutarlardı. O da çocuklara, "Eğer taş atacaksanız küçük taşlardan atınız ki bacağımı kanatıp namaz kılmama mani olmasın"derdi.148


Tanımayınca Ne Diyeyim?

Biri Bekir b. Abdullah el-Müzenî'ye (k.s) kötü sözler söyledi. O da ona hiç cevap vermeyip sükût etti. O adam bu sefer, daha da ileri gidip daha kötü sözler söyledi. Bunun üzerine, Bekir b. Abdullah'a, "Niçin ona cevap vermiyorsun? Baksana sana neler söylüyor" denilince, "Ben onun hakkında, kötü bir şey bilmiyorum ki ona karşılık ve cevap vereyim. Hem, onun hakkında yalan yere, olmayan şeyleri söyleyip, atıp tutmam da bana helâl değildir" dedi.149


Meleklerin Cevabı

İbnü'l-Müseyyeb (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) ashabının arasında otururken, bir adam Hz. Ebû Bekir'e hakaret ederek kötü sözler sarfetti. Ancak Hz. Ebû Bekir (r.a) adama karşı sükût etti. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. O yine sükût etti. Adam üçüncü
sefer de eziyet verince Hz. Ebû Bekir (adama hak ettiği cevabı vererek) intikamını aldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) hemen kalktı. Hz. Ebû Bekir, "Ey Allah'ın Resulü, yoksa bana darıldınız mı?" diye sordu.
"Hayır, ancak semadan bir melek inmiş, sana söylenenleri tekzip edip yalanlıyordu. Sen intikamını alınca melek gitti, şeytan oturdu. Bir yere şeytan oturdu mu ben orada duramam."150


Sabır ve Neticesi

Mâlik b. Dînâr'ın yahudi bir komşusu vardı. Yahudi, evinin kanalizasyon çukurunu, düşmanlık olsun, diye Mâlik hazretlerinin odasının arkasına yaptı. Odadan içeri sızıntı oluyor, pis koku çok rahatsız ediyordu. Mâlik b. Dînâr, her gün sızıntıları temizler, pis kokuyu giderici güzel kokulu
şeyler yakardı. Yahudi, Mâlik b. Dînâr'ın rahatsız olduğunu anlıyordu. Fakat şikâyete gelmemesine hayret ediyordu.
Mâlik b. Dînâr'ın yerine kendisinin sabrı taştı. Mâlik b. Dînâr'ın evine geldi. Pis kokuyu duyunca dedi ki:
"Ey Mâlik! Bu koku ne?" "Burada kokulu şeyler yakıyorum." "Hayır, bu koku kanalizasyon kokusudur. Bak duvardan sızıyor. Ne diye bana söylemiyorsun?" "Eğer söyleseydim, sen üzülebilirdin. Bizim dinimizde, komşuyu üzmemek ve ondan gelen eziyetlere katlanmak vardır. Komşuyla kavga ve gürültü etmek yoktur." Yahudi bu sözler karşısında sarsıldı. Dedi ki:
"Ben bugüne kadar İslâm dinine düşman idim. Şimdi İslâmiyet'e hayran kaldım. Böyle güzel ve tatlı hükümler ancak hak olan bir dinde bulunur. Ey Mâlik, müslüman olmak için ne lazımsa derhal yapmaya hazırım." Yahudi, kelime-i şehâdet getirdi ve iyi bir müslüman oldu.


Hakaretlere Tek Kelime Dahi Cevap Vermedi

Muhammed Hâşim-i Kişmî şöyle anlatmıştır: "Bir gün camilerden birinin yanında talebelere ayrılmış bir odada oturuyordum. Bir talebe diğer bir talebe ile evliyanın halleri üzerine konuşuyordu. Bir ara bu talebelerden biri, Muhammed Bâkibillâh (k.s) hazretlerinden bahsedip,
"Bugüne kadar çok yerler gezdim. Bu zamanda onun gibi nefsini terketmiş, cefalar çekmiş kimse yoktur" diyerek şöyle anlattı:
"Hâce Kutbüddin hazretlerinin mübarek mezarlarının basındaydım. Aniden, 'Muhammed Bâkibillâh hazretleri geliyor' dediler. Mezara hizmet eden hizmetçi, mezara yakın bir yere, onlar için bir sandalye ve üzerine minder, örtü koydu. Orayı Muhammed Bâkibillâh (k.s) hazretleri için hazırladı. Muhammed Bâkibillâh hazretleri daha teşrif etmeden önce, kendinden habersiz biri içeriye girdi. Gözü sandalyeyi ve üzerindeki örtüyü görünce, "Bu nedir ve kimin içindir?" dedi. Hizmetçi, Muhammed Bâkibillâh hazretlerini göstererek, "Gelen şu aziz içindir" dedi. O kendinden habersiz adam kızarak, kötü söyleyerek, Muhammed Bâkibillâh hazretleri için bağırmaya, sövüp saymaya başladı. Bu sırada Hâce hazretleri içeri girdi. Söven kimse, onu görünce huzurunda, yüzüne karşı daha kötü sözler söyledi ve, "Ey filan! Sen buna lâyık mısın ki senin için buraya minder koysunlar?" dedi. Adam bağırıp çağırmaktan ter içinde kalmıştı. Muhammed Bâkibillâh hazretlerinin orada bulunan talebelerinden birçoğu, onu ikaz etmek istediler. Hazret hepsini göz işaretiyle bu işten vazgeçirip kötü sözler söyleyen o kızgın adamın yanına gidip, yumuşak ve tatlı bir ifadeyle, "Evet, senin dediğin gibidir, ben öyleyim, ben ona nasıl lâyık olurum, benim haberim olmadan bu işi yaptılar. Affediniz efendim ve kalbinizi, bana karşı kötü düşünceden boşaltınız" deyip, kaftanlarının kolu ile o bağıran adamın alnının terlerini sildi. Sonra ona bir miktar da para verdi. Böylece adamın öfkesi yatıştı. Bu hadiseyi nakleden kimse sonra şöyle dedi:
"Ben o adamın bağırıp çağırmaları karşısında Muhammed Bâkibillâh (k.s) hazretlerinin halinde ve konuşmasında en ufak bir değişme görmedim. İşte o zaman yeryüzünde, melek sıfatı ile kimsenin bulunduğunu yakînen anladım." 151


Büyüklerdeki Büyük Ahlâk

Adamın biri Ahnef b. Kays'a (r.a), "Ahnef senin şaşı olduğunu görüyorum, buna rağmen kavmin seni kendilerine nasıl başkan yaptı?" diye sorunca, Ahnef b. Kays adama şu hikmetli cevabı vermiştir:
"Sen, senin üstüne vazife olmayan şeylerle uğraştığın gibi, ben de tam tersine sadece beni ilgilendiren işlerle uğraştığımdan dolayı böyle oldu."
Ebü'd-Derdâ kendisine dil uzatan bir kimseye, "Yahu, beni kötülemekte o kadar ileriye gitme. Biraz da anlaşmaya meydan bırak. Çünkü biz hakkımızda kötü harekette bulunanlara Allah'a itaatten başka bir şeyle mukabele etmeyiz" demiştir.152
Hz. Muâviye fakirlere kumaş dağıttığı esnada fakir bir ihtiyar hissesine düşen kumaşı beğenmeyip, "Ben bunu Muâviye'nin başına vuracağım" diye yemin etmişti. Bunu duyan Muâviye, "İşte başım, yeminini yerine getir. Fakat ben de senin gibi ihtiyarım, yavaş vur" demiştir.153
Yine rivayete göre (sâlihlerden bir zat olan) terzi Ebû Abdullah'a Mecûsî bir komşusu dikiş diktirir ve ücretini kalp para olarak verirdi. Ebû Abdullah, bildiği halde kasten bu parayı kabul eder ve bir şey demezdi. Bir gün, bir iş için bir yere gidip dükkânda bulunmadığı bir sırada, Mecûsî dikiş için verdiği elbiseyi almak için dükkânına gelir ve çırağa yine kalp para vererek elbiseyi almak ister. Çırak, kalp paranın farkına vardığında parayı kabul etmez. Ebû Abdullah
dönünce, meseleyi anlatır. Ebû Abdullah, "Yanlış yaptın; o, öteden beri bana hep kalp paraları
(geçmez akçeleri) verir, ben de başkasını aldatmasın, diye bu parayı alır imha ederdim. Fakat kendisine bir şey söylemezdim" dedi.154


91 Ahzâb 33/21.
92 bk. İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/363; Sülemî, Tabakatü's-Sûfiyye, s. 127.
93 Mâlik, Muvatta', Hüsnü'l-Hulk, 1.
34 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 5694; Kâdî iyâz, eş-Şifâ, 1/81; Emevî, Hayâtü'l-Kulûb, s. 270.
95 Müslim, Fezâil, 4; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 1778;İbn Hibbân, es-Sahîh, nr.4537; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/196; Begavî, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebi, 1/180; Kâdî İyâz, eş-Şifâ, 1/82; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 8/503;İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 3/85.
96 Buhârî, Hibe, 28; Edebü'l-Mûfred, nr. 243; Müslim, Selâm, 18; Ebû Davud, Diyât, 6; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5931; Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, 2/86, Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/197; Begavî, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebî, 1/181.
97 Buhârî, Edeb, 68; Ebû Davud, Edeb, 1 (nr. 4775); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/153; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhib, 3/419; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/184; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/318; ibn Ebü'd-Dünya,Mekârimü'l-Ahlâk, nr. 380; Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, 2/386; Begavî,el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/173; Gazâlî, İhya, 2/1471; Kâdî iyâz,eş-Şifâ, 1/83; ibn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s. 65; es-Sîretü Nebeviyye,3/682.
98 Kâdî İyâz, eş-Şifâ, 1/83.
99 Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamber'e (s.a.v) "Rauf" ve "Rahîm" isimlerini vermiştir, bk. Tevbe 9/128.
100 Şâmî, Sübülü'l-Hüdâ ve'r-Reşâd, 2/440; ibn Kesîr, es-Sîretü'n-Nebeviyye, 2/152; Zerkânî, Şerhu alâ Mevâhibü'l-Ledünniyye, 2/52.
101 Ahmed b. Hanbel, el-Mûsned, 5/257; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr.7679-7759; Müsnedü'ş-Şâmiyyin, nr. 1523.
102 Buhârî, Edeb, 27; Edebü'l-Müfred, nr. 626; Ebû Davud, Salât, 148 (nr.
882).
103 Ebû Davud, Taharet, 138 (nr. 380); Tirmizî, Taharet, 112 (nr. 147);Nesâî,Taharet, 45 (nr. 53-56); ibn Mâce, Taharet, 78 (nr. 529); Ahmed b. Hanbel,el-Müsned, 2/239; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 5876; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/194.
104 Buhârî, Enbiyâ, 28; Edeb, 53, 71, 95; Daavât, 19; Edebü'l-Müfred, nr. 390;Tirmizî, Menâkıb, 63 (nr. 3896); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/65; Kandehlevî,Hayâtü's-Sahâbe, 3/22; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebi, 1/177.
105 Attâr, Tezkiretü'l-Evliyâ, s. 108; Ibnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 1/594; Kuşeyrî,Risale, s. 137; Gazâlî, ihya, 3/2337; ibn Mülakkın, Tabakatü'l-Evliyâ,s. 283; Şa'rânî, Levâkıhu'l-Envâri'l-Kudsiyye, s. 467, 837.
106 Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, 1/330.
107 Ildırar-Cağıl, Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni ve Nakşibendi Tarikatı, s. 21.
108 Ildırar-Çağıl, Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî ve Nakşibendî Tarikatı, s. 21.
109 Abdülmecid Hânî, el-Hadâikü'l-Verdiyye, s. 211.
110 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 458.
111 Abdülhakim el-Hüseynî, Sohbetler, s. 37.
112 Abdülhakim el-Hüseynî, Sohbetler, s. 35.
113 bk. Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 361.
114 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 361.
115 Attâr, Tezkiretü'l-Evliyâ (haz. Süleyman Uludağ), s. 676; Mevlânâ, Mesnevi 6/485.
116 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrin, s. 111.
117 bk. Zehebî, el-Kebâir, s. 191 (İstanbul).
118 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/120.
119 Gazâlî, Ihyâ, 3/1605.
120 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/512.
121 Kuşeyrî, Risale, s. 246; Gazâlî, Ihyâ, 2/1471; Kimyâ-yı Saadet, s. 398.
122 bk. İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/479.
123 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 4/213
124 Gazâlî, Ihyâ, 3/1677.
125 Kuşeyrî, Risale, s. 245; Gazâlî, ihya, 2/1473.
126 Kuşeyrî, Risale, s. 244; Gazâlî, ihya, 2/1473; Kimyâ-yı Saadet, s. 399.
127Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 277.

128 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ,8/339; ibn Acîbe, İkâzü'l-Himem, s. 366; ibnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/204.
129 Gazâlî, Ihyâ, 3/1668; Emevî, Hayâtü'l-Kulûb, s. 270.
130 Gazâlî, İhya, 3/1667.
131 Şa'rânî, Tabakatü'l-Kübrâ, 1/32; Gazâlî, ihya, 3/1667; Yâfiî, Ravzü'r-Reyâhîn,s. 113; Abdülmecid Hânî, el-Hadâikü'l-Verdiyye, s. 35.
132 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 458.
133 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 358; Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s.458.
134 Abdülhakim el-Hüseynî, Sohbetler, s. 37.
135 Şa'rânî, Tenbthü'l-Muğterrin, s. 275.
136 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 277.
137 Şeyh Sa'dî, Bostan, s. 311.
138 Gazâlî, İhya, 3/1677.
139 Kâdî iyâz, eş-Şifâ, 2/45; Bursevî, Rûhu'l-Beyân, 4/485.
140 Gazâlî, İhya, 2/1472; Kimyâ-yı Saadet, s. 398; İbnü'l-Mülakkın, Tabakatü'l-Evliyâ, s. 242; Gümüşhânevî, Velîler ve Tarikatlarda Usul, s. 444.
141 Şeyh Sa'dî, Bostan, s. 301.
142 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 275.
143 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 458.
144 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 360.
145 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 360.
146 Gazâlî, Ihyâ, 3/2336; Kuşeyrî, Risale, s. 134-227.
147 Muhammed Hânî, el-Behcetü's-Seniyye (Adâb), s. 45.
148 Kuşeyrî, Risale, s. 243; Gazâlî, ihya, 2/1473; Kimyâ-yı Saadet, s. 399.
149 Şa'rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn, s. 277.
150 Ebû Davud, Edeb, 49 (nr. 4896); Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5102.
151 Muhammed Hâşim-i Kişmî, Berekât, s. 32.
152 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 358.
153 Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 358.
154 Kuşeyrî, Risale, s. 246; Gazâlî, ihya, 2/1472; Kimyâ-yı Saadet, s. 399.

ONLARIN DİLİNDEN

Hz. Peygamberin (s.a.v) güzel ahlâkını ve insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve kendisini bir gölge gibi takip eden ashabından dinleyelim. Zira Resûlullah'ı (s.a.v) en iyi tanıyan ve bilen, hiç şüphesiz hanımları, hizmetçileri ve yakın arkadaşlarıdır.
Hz. Âişe validemiz, Peygamberimiz'in ahlâkını şöyle anlatıyor:
Hz. Peygamber'in (s.a.v) ahlâkı Kur'an idi.83 Bir kere olsun, nefsi adına uğradığı haksızlıktan dolayı intikam almaya kalkıştığını görmedim. Ancak yüce Allah'ın yasakladığı haramlardan biri işlendiğinde en fazla o kızardı. İki şey arasında muhayyer bırakıldığı takdirde, günah olmadıkça,
daima kolay olan işi tercih ederdi.84
Hz. Peygamber (s.a.v) yavaş yavaş konuşur, her sözün arasını ayırt ederdi, hatta dinleyen onu ezberleyebilirdi. Çok iyi anlaşılması gereken sözleri üçer defa tekrarlardı. Böylece dinleyenler arasında konuyu anlamayan kalmazdı. 85
Resûl-i Ekrem (s.a.v) konuşurken muhatabının akıl ve anlayış seviyesini gözetirdi.
Hz. Âişe diyor ki: Resûlullah (s.a.v) sözü, sizin birbirinize zincirlediğiniz gibi oyalayarak uzatmazdı. O, sözü, ayıra ayıra söylerdi, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi.86
Hz. Ali (r.a) ise Hz. Peygamber'in güzel ahlâkını şöyle sıralıyor:
Hz. Peygamber (s.a.v) her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve engin gönüllü idi. Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildi. Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve
onları isteklerinden bütünüyle mahrum etmezdi.
Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve faydasız şeyler. Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı:
Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin ayıbı ve gizli yanlarını öğrenmeye çalışmazlardı. Sadece faydalı olacaklarını ümit ettikleri konularda konuşurlardı. Hz. Peygamber (s.a.v) konuşurken meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Kendileri susunca da konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı.
Ashab Hz. Peygamber'in huzurunda konuşurlarken asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden biri Resûlullah'ın huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar hepsi de can kulağıyla konuşulanı dinlerlerdi. Peygamber Efendimizin katında onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın
sözü gibi ilgi görürdü.
Sahabelerinin güldüklerine kendileri de güler, onların hayret ettikleri şeylere kendileri de hayretlerini ifade ederlerdi. Huzurlarına gelen gariplerin kaba saba konuşmaları ile yerli yersiz sorularının yol açtığı tatsızlıklara sabrederlerdi.
Sahabeler ise onların gelip soru sormalarını çok isterlerdi.
Peygamber Efendimiz, "İhtiyacının giderilmesini isteyen biriyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz" buyururlardı.
Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman ya konuşanı susturmak ya da meclisten kalkıp
gitmekle ona engel olurlardı. 87
Hz. Hatice'nin ilk kocasından olan oğlu Hind b. Ebû Hâle Hz. Hasan'ın isteği üzerine Peygamberimizin üstün vasıflarını şöylece dile getirmektedir:
Resûlullah daima düşünceliydi. Onun susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı.
Konuşmaya başlarken de sözü bitirirken de Allah'ın adını anardı. Sözleri hak ve doğru olup, birçok mânayı veciz bir şekilde az sözle ifade ederdi. Konuşurken ne fazla ne de eksik söz kullanırdı. Hiç kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi. En ufak bir nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti basit görmezdi. Bir nimeti ne hoşuna gittiği için över ne de hoşlanmadığı için yererdi.
Dünya işleri için kızmazdı. Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki o hak yerini buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey, hiçbir kimse önleyemezdi. Buna karşılık, Resûlullah, kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz ve intikam almayı düşünmez, aksine
hilim ve kerem sahibi olarak, kötülük edene iyilikle mukabele ederdi.
Kızdığı zaman hemen kızgınlıktan vazgeçer ve kızdığını belli etmezdi. Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini yumardı. En fazla gülmesi tebessümdü. Gülümserken de mübarek dişleri parlak inci taneleri gibi görünürdü.88
Yine on yıl kadar hizmetinde bulunan Hz. Enes de Peygamberimizin bir güzelliğini şöyle açıklamaktadır:
"Resûlullah, insanların en lutuflu olanıydı. Soğuk bir günün sabahında bile bir kölenin, bir cariyenin, bir çocuğun getirdiği su ile abdest alır, onları geri çevirmezdi. Kendisinden bir şey soranı can kulağıyla dinler, soru soran ayrılıp gitmedikçe Resûlullah onu terketmezdi.
Biri Resûlullah'ın elini musafaha etmek için tutsa, tutan kimse Peygamberimiz'in elini bırakmadıkça Resulullah onun elini bırakmazdı."89
Peygamberimiz'in vahiy kâtibi Zeyd b. Sâbit'in yanına birkaç zat gelerek, "Ey Zeyd, Hz. Peygamber'in (s.a.v) hal, hareket ve sözlerinden bize haber verir misiniz?" diye sordular.
Zeyd b. Sabit de şöyle anlatmaya başladı:
"O yüce Resûl'den size ne haber vereyim? Siz eğer onun bütün hal, tavır ve sözlerinden sual ederseniz, o öyle bir denizdir ki sahili yoktur. Fakat bazı hallerinden size bahsedeyim:
Ben Resûl-i Ekrem'in komşusuydum. Kendisine bir vahiy geldiği zaman bana birini gönderirdi. Ben de huzuruna gider, indirilen vahyi yazardım. Biz huzurlarında dünya işlerinden bahsetsek, kendisi de bizimle beraber dünya işlerinden bahsederdi. Biz âhiret işlerinden bahsetsek, bizimle
beraber âhiretle alâkalı meselelerden konuşurdu. Biz yemeğe dair konuşmaya başlasak, bizimle beraber yemek hususundaki bu sözlere katılırdı."
90

82 ibn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 4/1739.
83 Müslim, Müsâfirîn, 18 (nr. 139); Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/308; ibn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s. 57.
84 Buhârî, Menâkıb, 23; Hudûd, 10; Edebü'l-Müfred, nr. 274; Müslim, Fezâil, 20; Ebû Davud, Edeb, 4; Tirmizî, Şemail, nr. 349; Mâlik, Muvatta', Hüsnü'l-Hulk, 1 (nr. 2); Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 8067; Delâilü'n-Nübüvve, 1/310; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 488; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/182; ibn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s. 59; Begavî, el-Envâr fi Şemâili'n-Nebî,
1/172; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/11.
85 Tirmizî, Şemail, nr. 223.
86 Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebî, 1/265.
87 Kâdî İyâz, eş-Şifâ, 1/103 (Kahire 2004).
88 Tirmizî, Şemail, nr. 225, 351; Ibn Kesîr, Şemâilü'r-Resûl, s. 51; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/287; Kâdî İyâz, eş-Şifâ, 1/102 (Kahire 2004).
89 Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/182; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/331; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/9.
90 Tirmizî, Şemail, nr. 343; Heysemî, ez-Zevâid, 9/17; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1/182, Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 1/324; Begavî, el-Envâr fî Şemâili'n-Nebt, 1/301; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 3/7.

HZ. PEYGAMBERİN ÜSTÜN ŞAHSİYETİ

Hz. Peygamber (s.a.v) güler yüzlü, nazik tabiatlı, ince ve hassas ruhlu idi. Katı yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından kaba hiçbir söz çıkmazdı. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de,
"Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah'tan af dile"78 buyrulmaktadır.
Resûlullah Efendimiz başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Yanlış ve hoşlanmadığı davranışlar görürse, "İçinizden bazı kişiler şöyle, şöyle yapıyorlar..." 79 şeklinde, bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden, hiç kimseyi kırmadan hataları düzeltirdi.
İnsanlar kendisine güvenirdi. Çünkü o verdiği sözü mutlaka zamanında yerine getirirdi. Dürüstlükten ayrıldığı, şaka bile olsa yalan söylediği hiç görülmemiştir. Bu yüzden o henüz peygamber olmadan kendisine "Muhammedü'l-emin", yani "güvenilir Muhammed"
denilmiştir.
Bütün işlerini tam bir düzen ve nizam içinde yapardı. Zamanını boşa geçirmez, en iyi şekilde düzenlerdi. Namaz ve ibadet vakitleri, uyku ve istirahat için ayırdığı saatler hep belliydi.
Hz. Peygamber'in mübarek hayatı, güzel ahlâkı, görenleri kendisine celbediyordu. Ondaki yüksek ahlâka hayran kalanlar İslâm nurunun cazibesine bir pervane gibi kendilerini verirlerdi. Bu bakımdan İslâmiyet önce Allah'ın yardımı, sonra da Hz. Peygamber'in örnek ve yüksek ahlâkı sayesinde yayılmıştır.
Peygamberimiz'in güzel ahlâkı ve örnek yaşayışı, İslâm'a girenlerin, imanlarının kökleşip derinleşmesine, girmeyenlerin de imrenip İslâm'a girmelerine vesile olmuştur.
Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiği zaman onu ilk kez gören yahudi bir âlim Abdullah b. Selâm, intisabını ve İslâm'a girmesine vesile olan hususu şöyle dile getirir:
"Onun yüzünü gördüğüm zaman bir yalancı yüzü olmadığını derhal anladım."80
Resûlullah'ı öldürmek niyetiyle gelen bir bedevî de onun yüzünü gördüğü anda "aklının gittiği, nefsinin zayıfladığı" itirafında bulunur.
Müşrikler tarafından Peygamberimiz'e elçi olarak gönderilen Ebû Râfi, Medine'de onunla görüştükten sonra, kendisine güzel davranıldığı için İslâm'ı kabul ederek Medine'de kalmak istemişti. Fakat Hz. Peygamber, alıkonulduğu zannedilir endişesiyle elçinin bu isteğini uygun görmemiş ve ona, önce Mekke'ye gitmesini sonra tekrar Medine'ye gelmesini tavsiye etmiştir."81
Mekkeli müşriklerden Osman b. Talha, Kabe'nin anahtarlarını taşırdı. Hz. Peygamber'in Kabe'ye girmesine engel oldu. "Peygamber olduğunu bilseydim onun girmesine engel olmazdım" dedi.


Hz. Peygamber, içeri girip çıktıktan sonra amcası Abbas anahtarın kendisine verilmesini istedi. Peygamberimiz ise, anahtarın yine eski sahibine verilmesini emretti. Onun bu emri neticede İbn Talha'nın müslüman olmasına vesile oldu.
82

78 Al-ilmrân 3/159.
79 Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 1 (nr. 5); Nesâî, Nikâh, 4; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/285; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 8099.

80 Tirmizî, Kıyamet, 42; Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, 1/289.
81 Hâkim, el-Müstedrek, 3/598.

82 ibn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 4/1739.